24 Ocak 2011 Pazartesi

Bir kütüphanemiz AB'ye girdi.

Milli Kütüphane Avrupa Birliğinin(AB) dijital kütüphanesi Europeana'ya girdi.
24 Ocak 2011 Pazartesi, 12:03:16
Bir kütüphanemiz AB'ye girdi.

Ankara'da bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı Milli Kütüphane AB'ye Türkiye'den önce girmiş oldu.

İnternet üzerinden yayın yapan Europeana farklı kültürlerden insanların Avrupa'daki müzeler, kütüphaneler, arşivler ve sesli görsel koleksiyonlara bir ara yüz aracılığıyla ulaşmalarını hedefliyor. Amaç Avrupa'nın kültürel ve bilimsel mirasından insanları yararlandırmak.

Dijital kütüphanede 14.6 milyon tema üzerinden araştırma imkanı sunuluyor.

Kütüphaneye kaynak sunan kurum sayısı ise yaklaşık 1500. Aralarında Londra'daki British Library, Amsterdam'daki Rijksmuseum ve Paris'teki Louvre müzesi de var.

Kütüphane sitesinde bütün bu biraraya getirilen koleksiyonlarla eski zamanlardan bugünlere Avrupa Tarihi'nin araştırılmasına imkan sağlanıyor deniyor.

1946 yılında kurulan Milli Kütüphane ise dünyadaki en genç milli kütüphanelerden.

31 Aralık 2010 tarihi itibariyle kütüphanede bulunan araştırmacılara kaynak olacak koleksiyon rakamları;

Basma Kitaplar 1.201.290, Eski Harfli Türkçe Basma Kitaplar 56.228 ve 10 bin civarında dergi.

Lakin son bir ayın Milli Kütüphane kullanım oranlarına bakıldığında, kütüphaneye giren eser sayısının 3082, kullanıcı sayısının 56.227 ve yararlanılan materyal sayının 19.867 olduğu görülüyor.

Türkiye nüfusu düşünüldüğünde oldukça düşük olan bu sayı belki de kütüphanenin AB'ye girmesiyle artar.

kaynak:habertürk-kültür-sanat

21 Ocak 2011 Cuma

Evliye Çelebi'nin maceraları film olacak

Bahçeşehir Üniversitesi Medeniyetler Araştırmaları Merkezinden (MEDAM) yapılan yazılı açıklamada, seyahatleri, sırlarla dolu yaşamı ve gezip gördüğü yerleri yazdığı 'Seyahatname' adlı eseriyle tanınan Evliya Çelebi, beyaz perdede canlandırılacak.

Uzun zamandır senaryo hazırlıkları süren film için, dünyaca ünlü çok sayıda yönetmenle görüşmelerin yapıldığı ve Türkiye’nin önde gelen tanınmış sanatçılarının da rol almasının beklendiği kaydedildi.

Açıklamada, 'Seyahatname'de yer alan haritalardan ve bilgilerden yola çıkarak atlas, 26 bölümlük dizi formatında bir belgesel, gezilen ülkeler hakkında bilgi olan ülkeler kitabı ve son olarak da çocuklar için çizgi roman, çizgi filmden oluşan öğretici bir set hazırlığı yapılmasının planlandığı bildirildi.

Osmanlı İmparatorluğunda Bilim Ve Teknik

Osmanlı İmparatorluğunda Bilim Ve Teknik

Yazar: Erdem Keleş Kategori: Osmanlı Tarihi Tarih: 09 12 2010 |

Osmanlı Devleti kurulduğu an Anadolu’daki Selçuklu kültür maneviyatının mirasçısı olmuş, mevcut medreseler vediğer kurumların sürekliliğini gün geçtikçe arttırmıştır.
Osmanlı’lar İslâm medeniyeti içerisinde kendilerine göre belirli özelliği olan bir düzen kurmuşlardır. Osmanlı’lardan önce Selçuklular döneminde, daha eski devirlerde gerek İran’da gerek Anadolu’da ilim kurumları ve bu kurumları oluşturan bilginler vardı. Osmanlı Devleti kurulduğu andan itibaren bu kurumlar, hocalar, öğrencileri ile birlikte, yavaş yavaş bu yeni devlete geçmiştir.

Kuruluş devrinin niteliklerinden biri bilimsel konuların öngörüldüğü kurumların meydana çıkması, diğeri bilim dallarından bazı eserlerin yazılması ve pozitif bilimlerde temel eğilimlerin başlamasıdır. Osmanlı tarihinde müspet ilimlerin başlangıcı için kronolojik bir tarih bulmak gerekir ki o da Osmanlı ülkesinde, Orhan Bey zamanında açılan İznik Medresesinin kuruluş tarihi olabilir. Bu ilk medresenin ilk baş müderrisi Davud Bin Mahmudür- Rumiyyül Kayseri ‘dir.

Osmanlı Devletinin ilk yıllarında XIV y.y.da ilk bilimsel eserlerden birinin bir uygulamalı botanik yani tıbbî bitkiler kitabı, çevirisidir. Tabiplikte kullanılan bitkiler ve bazı hayvanî ürünler alfabetik sırasına konulduğu gibi bazı otların, Osmanlıca isimleri yanına latince isimleri de yazılmış olduğundan tıp tarihi incelemeleri için ışık tutan bir eserdir.

XIV. y.y. da müsbet ilimler alanında önemli bir kişi dikkati çekiyor ki, Bursa da doğan bu zat tam adıyla Musa Paşa bin Mahmud bin Mehmed Salâhaddin diye anılan ve daha ziyade babasının görevi dolayısıyla Kadizade-i Rûmi adıyla ün kazanmış olan Türk matematikçisi ve astronomudur. Kadızade’nin en orjinal eseri Gıyaseddin Çemşid’in kitabına yazdığı şerhdir. Bu şerh’de, Kadızade bir derecelik yay sinüsünün hesabı usûlünü yazardan daha iyi ve daha basit bir şekle sokmuştur. O zaman ki Doğu dünyasında kendisine karşı büyük bir ilgi bulan Kadızade, tahsilini Horasan ve Türkistan’da tamamladıktan sonra asıl memleketine dönmüş olsaydı, Osmanlı ülkesinde müspet ilimlerin daha canlı bir gidiş almış olacağı tahmin edilebilirdi.

Bilimsel gelişme açısından hekimlik her zaman için en önemli konulardan biri olmuştur. Osmanlı hekimliği İslâm hekimliği çerçevesinde değerlendirilmelidir. Osmanlı’larda ilk bilimsel sağlık kuruluşları Yıldırım Bayezid döneminde kurulmuştur. Bu dönemin ilginç sosyal kurumlarından biri de Edirne Cüzzamhanesidir.

Çelebi Mehmet döneminde Osmanlı dünyasında evreni, canlısı, yeri, göğü, yani bütünü ile derleyen Türkçe ansiklopedik eserlere ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. Ençok hayvan ve bitkilerden bahseden bu gibi ansiklopedik eserlere Osmanlı Padişahları rağbet göstermişler ve bu gibi eserlerin bir çoğunu Türkçe’ye tercüme ettirmişlerdir.

Bu devirde tıptan başka ilimlerde yazılmış eserlere o kadar çok rastlanmaz, ancak bazı bilim adamlarının tıptan başka bilimlerde yazdığı eserler de mevcuttur. Hüsameddin Tokadî adında bir zat gökkuşağı üzerine bir kitap yazmış, ayrıca II. Murad döneminde yaşayıp Fatih’in ilk senelerinde vefat eden Fethullah Şirvanî kelam ve mantıktan başka astronomi ve matematik okutmuş ve bu suretle Batı Türklerinde yüksek matematik ve astronomi eğitimi başlamış oldu. Böylece Osmanlı padişahları Anadolu’da oluşan ortak kültür zemini içinde bilim ve sanat koruyucusu yapısını saklamış böylece üstün bir kültür, sanat ve bilim ortamı oluşumunu sağlamayı başarmıştır.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Fatih’in tahta çıktığı tarihe kadar, Osmanlı’larda müspet ilimler sahasında özellikle tıpta ve matematikte belirli bir gelişim yaşamıştır. Bununla birlikte Fatih’in tahta çıkmasıyla beraber, müspet ilimlerin ve ilmi düşünüşün Osmanlı Türklerinde hızla geliştiğine şahit olmaktayız.

Fatih’in ilme olan hizmetlerine şahitlik eden en önemli eser hiç şüphesiz, camiler etrafına yaptırdığı medreselerdir. Kaynaklarda, camiler etrafında Medaris-i Semaniye adıyla 8 medrese ve her medresenin arkasında da daha küçük tetimme denilen başka 8 medrese yapılmış olduğu yazılıdır.

Fetihten hemen sonraki günlerde ilk medrese eğitimi Ayasofya’da başlamış ve camiin yanındaki papaz odaları boşaltılarak talebeye tahsis edilmiştir.

Fatih döneminde müspet ilimler alanında yetişen bilginler ve eserleri şöyle sıralanabilir.

Ali Kuşçu; Matematik ve astronomi alanında Risale Fil-Hey’e, Farsça yazdığı risalesi Risâle Fi’l Hisab. Yine Uluğ Bey Zic’ine yazdığı şerh. Bu şerh yüksek matematik teorilerinin ispatı bakımından çok önemlidir. Ayrıca Ali Kuşçu 1473 yılında Fatih Camiine bir güneş saati yapmıştır. Bu dikey bir güneş saatidir.

Fatih zamanında fıkıh ve kelam ulemasının da tabii ve fiziki ilimlere ilgi gösterdiklerini biliyoruz. Bu devrin ünlü bilginlerinden Hocazêde yazdığı eserinde; eski fiziğin, tabii cisimlerdeki hareket, sükun ve meyil gibi özelliklerini açıkladıkladıktan sonra, ışık ışınlarını ve gökkuşağını ve başka gök olaylarını anlatır. Bu devrin, Osmanlı Türkiye’sinin en ileri gelen astronomi ve matematikçisi Mirim Çelebi’dir.

Fatih’in ölümünden sonra II. Bayezid döneminde de bilimsel hareket belirli bir şekilde devam etmiştir. Bu dönemde Tokatlı Molla Lütfi ve onun hocası Sinan Paşa, matematik ve astronomi üzerinde çalışmışlardır. Bunlardan Molla Lütfi yüz kadar ilmin isim ve konularını gösterir bir eser yazmıştır.

Genel olarak baktığımız zaman XVI. yy. da sağlık kuruluşlarının çokluğu dikkat çeker. Osmanlı’da müsbet ilimlerde, özellikle tıp alanında çok bilgili hekimler yetişmiş ve bunlar yetkin eserler vermişlerdir. XVI.yy. da Müneccimbaşı Mehmed bin Ahmed’in ısrarıyla İstanbul’da bir rasathane yaptırılmıştır.

Teknolojik Gelişim: Bir toplumun belirli bir medeniyet düzeyine erişmesi teknolojik gelişme olmadan gerçekleşemez. Osmanlı İmparatorluğu’nda teknolojik gelişim ve kurumlaşma XV. yy.da ve XVI yy sonuna kadar hızlı bir gelişme göstermiş, sonra duraklama ve gerileme dönemi başlamıştır.

Topçuluğun ayrıntılı olarak incelenmesi, Osmanlı bilim tarihi açısından da büyük bir öneme sahiptir. Çünkü Osmanlı’lar, devletlerini kurduktan kısa bir süre sonra topla tanışmışlar ve sonuna kadar da bu ateşli silaha önem vermişlerdir. Osmanlı’larda topun ilk kez I. Kosova Savaşında kullanıldığı ileri sürülmüştür.

Bu tarihten 40 yıl sonra 1439 da Belgrad muhasara edildiğinde Osmanlı’ların topları artık kale dövmekte ve yıkabilmektedir. Benzer şekilde gemi batırabilmektedir. Yani tahrip gücü arttırılmıştır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethi için topa büyük önem vermiş ve topçuluğun gelişmesine, yerli yabancı uzmanlardan yararlanarak ve hatta bizzat kendisi adeta bir balistikçi gibi kafa yorarak büyük katkılarda bulunmuştur. Ateşli silahlar içinde XV.yy ortalarından itibaren tüfek de kullanılmıştır.

Teknoloji uygulamasının temel maddesi hiç kuşkusuz madendir. Osmanlı’lar maden teknolojisinin gelişme durumundan haberdardırlar.

Donanmanın gelişimini ve ihtiyacını karşılamak için tersaneler yaptırılmıştır.

Bu dönemde de tıp ilminde, yeni eserler hatta tıp lügatı yazıldığı görülmektedir. Bununla birlikte İznik’li Ömer bin Sinan’ın kimya ve tabiat kanunlarını incelediği Kitab-ı Künuz-ı Hayatü’l-insan ve Kãnun-ı Etibba-i Feylesofan adlı kitabı bulmaktadır. Bu kitap iki makaleden oluşmaktadır. Birinci makale tabiat felsefesine aittir ve türlerin ortaya çıkışı ile başlar. İkinci makalede ise Arap, Acem, Rum ve Efrenc’den usta hekimlerin seçkin kitaplarından tercüme edilmiş olan ve faydalı olduğu bilinen müfred ve mürekkep devaları içermektedir.

III. Ahmed’in Sadrazamı Damat İbrahim Paşa, Yirmisekiz Mehmet Çelebi’yi Fransa’ya elçi olarak göndermiş, babasıyla Paris’e giden Said Çelebi yurda dönüşünde matbaanın önemi hakkında fikir ve düşüncelerini açıklamıştır. Diğer yandan Osmanlı’lara esir düşmüş olan Macarlı bir genç İslâmlığı kabul ederek İbrahim ismini almış, bu genç de matbaayı Osmanlıya kazandırmak için Damat İbrahim’e mektup yazmıştır. Bu çabalar sonuç vermiş ve ilk Osmanlı Matbaası İbrahim Müteferrika tarafından kurulmuştur. Bu matbaanın bastığı ilk kitaplar arasında tıp ve bilimsel araştırmalarla alakalı risaleler yer almaktadır.

XVIII yüzyıldaki aydınlanma hareketinde ilginç kişilerden biri Yanyalı Mehmed Esad efendidir. Esad Efendinin pek çok kitabı vardır, ancak en önemlisi Aristo’nun fizik kitabının ilk üç bölümünün tercümesidir. Bu eseri sadece bir çeviri saymak yerine, çeviri ve açıklama olarak saymak daha doğrudur. Çünkü kitaba bir çok açıklamalar da ilave edilmiştir.

Bu dönemde kendisinden çokça bahsettiren kişilerden biri de Katip Çelebi’dir. Katip Çelebi döneminin durgunlaşmış havası içinde Osmanlı toplumuna büyük atılımlar yaptırmayı düşünmüş bir aydın, pozitif bilimin değerini ortaya koymuş, dönemin anlayışının dar sınırları içinde kalmayarak dünyanın yuvarlak olduğuna dair ispatlar arayan ve Batı’daki astronomi araştırmaları üzerine yazılan eserleri çevirmek isteyen bir kişidir. Dolayısıyla Katip Çelebi döneminin şartlarını aşan bir bilim dünyasının ilk oluşturucularından biri olarak kabul edilir.

Yine aynı yüzyılda Katip Çelebi’den hemen sonra yaşamış olan ilginç bir ansiklopedik bilgin de Hezarfen Hüseyin Efendidir. Hüseyin Efendi, uçma denemeleri ile dikkat çeker. Bu yy.ın ikinci yarısında Erzurumlu İbrahim Hakkı dikkati çeken bir başka şahsiyettir. Pozitif bilimlerle astronomiye merakı olan bir bilgin ve şeyh olarak bilim dünyasında ilginç yeri vardır. 38 eser yazmıştır. En önemlisi Marifetname’dir.

Bu devir hakkında bilimsel açıdan bir değerlendirme yaptığımız zaman siyasal ortamın değişmesiyle birlikte bir duraklama, kurumların hızla bozulması ve çağın dışına kayma eğilimi belirgin bir hale geliyor. Devlet idarecileri bunun farkına varıp tedbirler almak istemiş olmalarına rağmen, idarecilere çözüm önerileri getirmesi gereken İlmiye sınıfının yetersiz kalması, devletin kötü gidişatına ve yıkılışa doğru gidişine engel olunamıyor.

Bununla birlikte kötü gidişatı durdurmak için; başta Köprülüler olmak üzere, Fazıl Ahmet Paşa, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Şehid Ali Paşa, Nevşehirli İbrahim Paşa ve Hekimoğlu Ali Paşa gibi ilim ve düşünce hayranı vezirlerin, gerek malî gerekse kütüphane tesisi şeklindeki destekleriyle ortaya koydukları çabalar önemli sonuçların doğmasına sebeb olmuştur. Burada özellikle Nevşehirli Damad İbrahim’in teşviklerinin önemli rol oynadığı muhakkaktır.

Matbaanın kuruluşu, yabancı askerî heyetlerinde istifade etme gayreti, nihayet bir Mühendis Mektebi kurma isteği hep bu atılımın parçalarıdır. Eğer bu fikrî canlılık sürseydi elbetteki Osmanlı Devleti Batı karşısındaki subjektif tavrını çok erkenden değiştirecek ve Batı’da olup bitenleri iyice takip edip, buna karşı gerekli müspet tavrı takınacaktı ve Fransız İhtilalinin dünyayı kasıp kavurmasından önce yenileşme alanında önemli mesafeler alınabilecekti. Ve Osmanlı toplumu, henüz emperyalizmin müesseseleşmemiş olduğu bu dönemde Tanzimat sonrasının sıkıntısına düşmeyebilirdi. Diğer taraftan, eğer bu dönemdeki nisbî canlılık olmasaydı, yine bu devlet güçlü batı emperyalizmi karşısında 300 yıl daha direnemez ve kısa zamanda yıkılır giderdi.

Osmanlı İmparatorluğunda Bilim Ve Teknik

Osmanlı İmparatorluğunda Bilim Ve Teknik

Yazar: Erdem Keleş Kategori: Osmanlı Tarihi Tarih: 09 12 2010 |

Osmanlı Devleti kurulduğu an Anadolu’daki Selçuklu kültür maneviyatının mirasçısı olmuş, mevcut medreseler vediğer kurumların sürekliliğini gün geçtikçe arttırmıştır.
Osmanlı’lar İslâm medeniyeti içerisinde kendilerine göre belirli özelliği olan bir düzen kurmuşlardır. Osmanlı’lardan önce Selçuklular döneminde, daha eski devirlerde gerek İran’da gerek Anadolu’da ilim kurumları ve bu kurumları oluşturan bilginler vardı. Osmanlı Devleti kurulduğu andan itibaren bu kurumlar, hocalar, öğrencileri ile birlikte, yavaş yavaş bu yeni devlete geçmiştir.

Kuruluş devrinin niteliklerinden biri bilimsel konuların öngörüldüğü kurumların meydana çıkması, diğeri bilim dallarından bazı eserlerin yazılması ve pozitif bilimlerde temel eğilimlerin başlamasıdır. Osmanlı tarihinde müspet ilimlerin başlangıcı için kronolojik bir tarih bulmak gerekir ki o da Osmanlı ülkesinde, Orhan Bey zamanında açılan İznik Medresesinin kuruluş tarihi olabilir. Bu ilk medresenin ilk baş müderrisi Davud Bin Mahmudür- Rumiyyül Kayseri ‘dir.

Osmanlı Devletinin ilk yıllarında XIV y.y.da ilk bilimsel eserlerden birinin bir uygulamalı botanik yani tıbbî bitkiler kitabı, çevirisidir. Tabiplikte kullanılan bitkiler ve bazı hayvanî ürünler alfabetik sırasına konulduğu gibi bazı otların, Osmanlıca isimleri yanına latince isimleri de yazılmış olduğundan tıp tarihi incelemeleri için ışık tutan bir eserdir.

XIV. y.y. da müsbet ilimler alanında önemli bir kişi dikkati çekiyor ki, Bursa da doğan bu zat tam adıyla Musa Paşa bin Mahmud bin Mehmed Salâhaddin diye anılan ve daha ziyade babasının görevi dolayısıyla Kadizade-i Rûmi adıyla ün kazanmış olan Türk matematikçisi ve astronomudur. Kadızade’nin en orjinal eseri Gıyaseddin Çemşid’in kitabına yazdığı şerhdir. Bu şerh’de, Kadızade bir derecelik yay sinüsünün hesabı usûlünü yazardan daha iyi ve daha basit bir şekle sokmuştur. O zaman ki Doğu dünyasında kendisine karşı büyük bir ilgi bulan Kadızade, tahsilini Horasan ve Türkistan’da tamamladıktan sonra asıl memleketine dönmüş olsaydı, Osmanlı ülkesinde müspet ilimlerin daha canlı bir gidiş almış olacağı tahmin edilebilirdi.

Bilimsel gelişme açısından hekimlik her zaman için en önemli konulardan biri olmuştur. Osmanlı hekimliği İslâm hekimliği çerçevesinde değerlendirilmelidir. Osmanlı’larda ilk bilimsel sağlık kuruluşları Yıldırım Bayezid döneminde kurulmuştur. Bu dönemin ilginç sosyal kurumlarından biri de Edirne Cüzzamhanesidir.

Çelebi Mehmet döneminde Osmanlı dünyasında evreni, canlısı, yeri, göğü, yani bütünü ile derleyen Türkçe ansiklopedik eserlere ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. Ençok hayvan ve bitkilerden bahseden bu gibi ansiklopedik eserlere Osmanlı Padişahları rağbet göstermişler ve bu gibi eserlerin bir çoğunu Türkçe’ye tercüme ettirmişlerdir.

Bu devirde tıptan başka ilimlerde yazılmış eserlere o kadar çok rastlanmaz, ancak bazı bilim adamlarının tıptan başka bilimlerde yazdığı eserler de mevcuttur. Hüsameddin Tokadî adında bir zat gökkuşağı üzerine bir kitap yazmış, ayrıca II. Murad döneminde yaşayıp Fatih’in ilk senelerinde vefat eden Fethullah Şirvanî kelam ve mantıktan başka astronomi ve matematik okutmuş ve bu suretle Batı Türklerinde yüksek matematik ve astronomi eğitimi başlamış oldu. Böylece Osmanlı padişahları Anadolu’da oluşan ortak kültür zemini içinde bilim ve sanat koruyucusu yapısını saklamış böylece üstün bir kültür, sanat ve bilim ortamı oluşumunu sağlamayı başarmıştır.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan Fatih’in tahta çıktığı tarihe kadar, Osmanlı’larda müspet ilimler sahasında özellikle tıpta ve matematikte belirli bir gelişim yaşamıştır. Bununla birlikte Fatih’in tahta çıkmasıyla beraber, müspet ilimlerin ve ilmi düşünüşün Osmanlı Türklerinde hızla geliştiğine şahit olmaktayız.

Fatih’in ilme olan hizmetlerine şahitlik eden en önemli eser hiç şüphesiz, camiler etrafına yaptırdığı medreselerdir. Kaynaklarda, camiler etrafında Medaris-i Semaniye adıyla 8 medrese ve her medresenin arkasında da daha küçük tetimme denilen başka 8 medrese yapılmış olduğu yazılıdır.

Fetihten hemen sonraki günlerde ilk medrese eğitimi Ayasofya’da başlamış ve camiin yanındaki papaz odaları boşaltılarak talebeye tahsis edilmiştir.

Fatih döneminde müspet ilimler alanında yetişen bilginler ve eserleri şöyle sıralanabilir.

Ali Kuşçu; Matematik ve astronomi alanında Risale Fil-Hey’e, Farsça yazdığı risalesi Risâle Fi’l Hisab. Yine Uluğ Bey Zic’ine yazdığı şerh. Bu şerh yüksek matematik teorilerinin ispatı bakımından çok önemlidir. Ayrıca Ali Kuşçu 1473 yılında Fatih Camiine bir güneş saati yapmıştır. Bu dikey bir güneş saatidir.

Fatih zamanında fıkıh ve kelam ulemasının da tabii ve fiziki ilimlere ilgi gösterdiklerini biliyoruz. Bu devrin ünlü bilginlerinden Hocazêde yazdığı eserinde; eski fiziğin, tabii cisimlerdeki hareket, sükun ve meyil gibi özelliklerini açıkladıkladıktan sonra, ışık ışınlarını ve gökkuşağını ve başka gök olaylarını anlatır. Bu devrin, Osmanlı Türkiye’sinin en ileri gelen astronomi ve matematikçisi Mirim Çelebi’dir.

Fatih’in ölümünden sonra II. Bayezid döneminde de bilimsel hareket belirli bir şekilde devam etmiştir. Bu dönemde Tokatlı Molla Lütfi ve onun hocası Sinan Paşa, matematik ve astronomi üzerinde çalışmışlardır. Bunlardan Molla Lütfi yüz kadar ilmin isim ve konularını gösterir bir eser yazmıştır.

Genel olarak baktığımız zaman XVI. yy. da sağlık kuruluşlarının çokluğu dikkat çeker. Osmanlı’da müsbet ilimlerde, özellikle tıp alanında çok bilgili hekimler yetişmiş ve bunlar yetkin eserler vermişlerdir. XVI.yy. da Müneccimbaşı Mehmed bin Ahmed’in ısrarıyla İstanbul’da bir rasathane yaptırılmıştır.

Teknolojik Gelişim: Bir toplumun belirli bir medeniyet düzeyine erişmesi teknolojik gelişme olmadan gerçekleşemez. Osmanlı İmparatorluğu’nda teknolojik gelişim ve kurumlaşma XV. yy.da ve XVI yy sonuna kadar hızlı bir gelişme göstermiş, sonra duraklama ve gerileme dönemi başlamıştır.

Topçuluğun ayrıntılı olarak incelenmesi, Osmanlı bilim tarihi açısından da büyük bir öneme sahiptir. Çünkü Osmanlı’lar, devletlerini kurduktan kısa bir süre sonra topla tanışmışlar ve sonuna kadar da bu ateşli silaha önem vermişlerdir. Osmanlı’larda topun ilk kez I. Kosova Savaşında kullanıldığı ileri sürülmüştür.

Bu tarihten 40 yıl sonra 1439 da Belgrad muhasara edildiğinde Osmanlı’ların topları artık kale dövmekte ve yıkabilmektedir. Benzer şekilde gemi batırabilmektedir. Yani tahrip gücü arttırılmıştır. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethi için topa büyük önem vermiş ve topçuluğun gelişmesine, yerli yabancı uzmanlardan yararlanarak ve hatta bizzat kendisi adeta bir balistikçi gibi kafa yorarak büyük katkılarda bulunmuştur. Ateşli silahlar içinde XV.yy ortalarından itibaren tüfek de kullanılmıştır.

Teknoloji uygulamasının temel maddesi hiç kuşkusuz madendir. Osmanlı’lar maden teknolojisinin gelişme durumundan haberdardırlar.

Donanmanın gelişimini ve ihtiyacını karşılamak için tersaneler yaptırılmıştır.

Bu dönemde de tıp ilminde, yeni eserler hatta tıp lügatı yazıldığı görülmektedir. Bununla birlikte İznik’li Ömer bin Sinan’ın kimya ve tabiat kanunlarını incelediği Kitab-ı Künuz-ı Hayatü’l-insan ve Kãnun-ı Etibba-i Feylesofan adlı kitabı bulmaktadır. Bu kitap iki makaleden oluşmaktadır. Birinci makale tabiat felsefesine aittir ve türlerin ortaya çıkışı ile başlar. İkinci makalede ise Arap, Acem, Rum ve Efrenc’den usta hekimlerin seçkin kitaplarından tercüme edilmiş olan ve faydalı olduğu bilinen müfred ve mürekkep devaları içermektedir.

III. Ahmed’in Sadrazamı Damat İbrahim Paşa, Yirmisekiz Mehmet Çelebi’yi Fransa’ya elçi olarak göndermiş, babasıyla Paris’e giden Said Çelebi yurda dönüşünde matbaanın önemi hakkında fikir ve düşüncelerini açıklamıştır. Diğer yandan Osmanlı’lara esir düşmüş olan Macarlı bir genç İslâmlığı kabul ederek İbrahim ismini almış, bu genç de matbaayı Osmanlıya kazandırmak için Damat İbrahim’e mektup yazmıştır. Bu çabalar sonuç vermiş ve ilk Osmanlı Matbaası İbrahim Müteferrika tarafından kurulmuştur. Bu matbaanın bastığı ilk kitaplar arasında tıp ve bilimsel araştırmalarla alakalı risaleler yer almaktadır.

XVIII yüzyıldaki aydınlanma hareketinde ilginç kişilerden biri Yanyalı Mehmed Esad efendidir. Esad Efendinin pek çok kitabı vardır, ancak en önemlisi Aristo’nun fizik kitabının ilk üç bölümünün tercümesidir. Bu eseri sadece bir çeviri saymak yerine, çeviri ve açıklama olarak saymak daha doğrudur. Çünkü kitaba bir çok açıklamalar da ilave edilmiştir.

Bu dönemde kendisinden çokça bahsettiren kişilerden biri de Katip Çelebi’dir. Katip Çelebi döneminin durgunlaşmış havası içinde Osmanlı toplumuna büyük atılımlar yaptırmayı düşünmüş bir aydın, pozitif bilimin değerini ortaya koymuş, dönemin anlayışının dar sınırları içinde kalmayarak dünyanın yuvarlak olduğuna dair ispatlar arayan ve Batı’daki astronomi araştırmaları üzerine yazılan eserleri çevirmek isteyen bir kişidir. Dolayısıyla Katip Çelebi döneminin şartlarını aşan bir bilim dünyasının ilk oluşturucularından biri olarak kabul edilir.

Yine aynı yüzyılda Katip Çelebi’den hemen sonra yaşamış olan ilginç bir ansiklopedik bilgin de Hezarfen Hüseyin Efendidir. Hüseyin Efendi, uçma denemeleri ile dikkat çeker. Bu yy.ın ikinci yarısında Erzurumlu İbrahim Hakkı dikkati çeken bir başka şahsiyettir. Pozitif bilimlerle astronomiye merakı olan bir bilgin ve şeyh olarak bilim dünyasında ilginç yeri vardır. 38 eser yazmıştır. En önemlisi Marifetname’dir.

Bu devir hakkında bilimsel açıdan bir değerlendirme yaptığımız zaman siyasal ortamın değişmesiyle birlikte bir duraklama, kurumların hızla bozulması ve çağın dışına kayma eğilimi belirgin bir hale geliyor. Devlet idarecileri bunun farkına varıp tedbirler almak istemiş olmalarına rağmen, idarecilere çözüm önerileri getirmesi gereken İlmiye sınıfının yetersiz kalması, devletin kötü gidişatına ve yıkılışa doğru gidişine engel olunamıyor.

Bununla birlikte kötü gidişatı durdurmak için; başta Köprülüler olmak üzere, Fazıl Ahmet Paşa, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Şehid Ali Paşa, Nevşehirli İbrahim Paşa ve Hekimoğlu Ali Paşa gibi ilim ve düşünce hayranı vezirlerin, gerek malî gerekse kütüphane tesisi şeklindeki destekleriyle ortaya koydukları çabalar önemli sonuçların doğmasına sebeb olmuştur. Burada özellikle Nevşehirli Damad İbrahim’in teşviklerinin önemli rol oynadığı muhakkaktır.

Matbaanın kuruluşu, yabancı askerî heyetlerinde istifade etme gayreti, nihayet bir Mühendis Mektebi kurma isteği hep bu atılımın parçalarıdır. Eğer bu fikrî canlılık sürseydi elbetteki Osmanlı Devleti Batı karşısındaki subjektif tavrını çok erkenden değiştirecek ve Batı’da olup bitenleri iyice takip edip, buna karşı gerekli müspet tavrı takınacaktı ve Fransız İhtilalinin dünyayı kasıp kavurmasından önce yenileşme alanında önemli mesafeler alınabilecekti. Ve Osmanlı toplumu, henüz emperyalizmin müesseseleşmemiş olduğu bu dönemde Tanzimat sonrasının sıkıntısına düşmeyebilirdi. Diğer taraftan, eğer bu dönemdeki nisbî canlılık olmasaydı, yine bu devlet güçlü batı emperyalizmi karşısında 300 yıl daha direnemez ve kısa zamanda yıkılır giderdi.

20 Ocak 2011 Perşembe

30 Mayıs 2010 Pazar Vatikan arşivinde Osmanlı belgeleri Orjinal Kaynak: http://www.bursahakimiyet.com.tr/haberDetay.aspx?hid=50712#ixzz1BYQb7U1R

Araştırmacı-yazar Rinaldo Marmara, Vatikan'ın Arşiv Kütüphanesi'nde Osmanlı ve Türk tarihine ışık tutacak nitelikte çok değerli evraklar bulunduğunu belirterek, 500'e yakın Osmanlıca el yazması eserin, Vatikan Kütüphanesi'nin 5 ayrı bölümünde muhafaza edildiğini söyledi.

Marmara'nın "Vatikan'ın Gizli Arşiv ve Kütüphanesi'nde Bulunan Osmanlıca Eserler ve İstanbul Konulu El Yazmaları" başlıklı makalesi, 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi'nde yayımlandı. Vatikan Kütüphanesi'nde takriben 70 bin el yazması, 100 bin öz geçmiş, bir milyon basılı kitap, 100 bin harita ve çizim bulunduğunu belirten Marmara, Vatikan Gizli Arşivi'nde ise dünyanın birçok devletinin tarihi ile ilgili çoğu gün ışığına çıkmayan yüz binlerce tarihi evrak olduğunu kaydetti.

Vatikan'ın Arşiv Kütüphanesi'nde Türk tarihine ışık tutacak nitelikte çok değerli evraklar bulunduğunu bildiren Marmara, şu bilgileri verdi: "Fakat bunları bulup çıkarmak hem zaman hem de yılların deneyimini gerektirir. Osmanlı sultanları ile zamanın papalarının veya kralların yazışmaları dikkate değer niteliktedir. Mesela Papa IX. Pio'nun Abdülmecid'e yazdığı 20 Haziran 1848 ve 9 Şubat 1850 tarihli mektuplar... Bolognetti bölümündeki, tarihsiz bir evrak ise Sultan III. Ahmet ile Papa VII. Alessandro arasındaki gerçek dostluğu dile getiriyor. Yine aynı bölümde III. Ahmet'in Polonya Kralı'na yazdığı 30 Eylül 1703 tarihli mektubunda, tahta çıkışını haber vererek bir önceki sultan ile yaptığı barışı onaylıyor.

65 SAYFADA TÜRK ÖRF VE ADETLERİ

"Bolognetti bölümündeki 65 sayfalık bir el yazmasında, Francesco Zenco, II. Beyazıd zamanına ait Türk örf ve adetlerini anlatıyor. Borghese bölümünde ise Türkiye'yi anlatan Giacomo Soranzo'nun 1576 tarihli 40 sayfalık el yazması mevcuttur.

"Dışişleri-savaş bölümü arşivlerinde, VI. Reşad'ın Papa'ya yolladığı el yazması mektubu bulunmaktadır. Sultan, mektupla ilgili III. Mehmet'in IV. Pol'a 9 Mart 1556 tarihli yazısı, IV. Mehmet'in Fransa Kralı XIV. Louis'e yazdığı mektup ve cevabı, III. Murat'ın Polonyalılara Eylül 1575 tarihli yazısı, II. Osman'ın 13 Şubat 1620 tarihli mektubu ve IV. Süleyman'ın I. Leopoldo'ya gönderdiği 1701 tarihli mektubu sayabiliriz. Aynı arşivde, 1898 yılında Sultan'ın, Vatikan'a gönderdiği hediyeleri görmek de mümkündür." Marmara, İstanbul'daki eski Ruhani Reisliği'nin arşivlerinin ise Vatikan'da 196 dosyada muhafaza edildiğini belirterek, dışişleri bölümünde ise Lozan Antlaşması ve gayrimüslümler hakkında tarihi vesikalar yer aldığını bildirdi. Vatikan Kütüphanesi'nin muhtelif bölümlerinde, İstanbul konulu 14-18. yüzyıllara ait el yazmaları bulunduğunu kaydeden Marmara, bunlar arasında, "İstanbul'un Tasviri 1629", "Türklerin Örf ve Adetleri", "İstanbul Yangını 1633", "Şehrin Tasviri Osmanlı Ordusu ve Devlet Yönetimi Hakkında Bilgiler", "İstanbul'un Fethi" gibi eserlerin bulunduğunu bildirdi.
Vatikan'ın gizli arşivlerinde, İstanbul şehrini anlatan el yazmalarının da mevcut olduğunu belirten Marmara, bunlara örnek olarak 1582 yılına ait Maffeo Veniero'nun İstanbul Tasviri'ni ve Venedik Sefiri Marcantonio Barbaro'nun 1573 İstanbul Anlatımı'nın sayılabileceğini bildirdi.

500'E YAKIN OSMANLICA EL YAZMASI

Rinaldo Marmara, 500'e yakın Osmanlıca el yazmasının, Vatikan Kütüphanesi'nin beş ayrı bölümünde muhafaza edildiğini belirterek, kütüphaneye ilk giren el yazmaları arasında 443 sayfalık çok konulu dini bir eserin sayılabileceğini kaydetti. Bunlar arasında, Kutbüddin İzniki tarafından kaleme alınan ibadet ile ilgili 420 tarihli Mukaddime, Hazreti Muhammed'in kızı Fatma'ya kadınların görevleri hakkındaki vasiyeti, Recep ve Şaban aylarının önemini anlatan eserin yer aldığını belirten Marmara, makalesinde şöyle devam etti:

OSMANLICA EL YAZMALARI

"Kütüphanede 4 değerli Osmanlıca el yazması eser bulunmaktadır. 1689 yılında vefat eden İsveç kraliçesi Cristina'nın kütüphanesine ait olan bu eserler 1690'da Papa VIII. Alessandro tarafından satın alınmıştır. Bunlardan bir tanesi Jos Von Hammer tarafından çok değerli olarak tanımlanan Aşıkpaşazade'nin Tevarih-i Ali Osman adlı eseridir. İstanbul'da Breves tarafından satın alınan bu eser, varisleri tarafından başka el yazmalarıyla birlikte VIII. Louis'e satılmıştır. Sanat ve bilim dalında Hizr İbn Abdullah'ın müzik kitabı, coğrafya konusunda Nil Nehri'nin haritası, eczacılığa ait reçeteler bu eserler arasında yer alıyor.

DÜNYAYA TANITIMI ŞART

Vatikan'daki Türkçe el yazmalarının bir bölümü, ünlü gezgin Pietro Della Valle'nin seyahatlerinden ve bilhassa 1614-1615 yıllarında bulunduğu İstanbul'dan getirdiği koleksiyonundan meydana geliyor. Bu el yazmaları, Vatikan'a 1718 yılında, Papa XI. Clemente'nin hediyesi olarak gelmiştir. Kendisi de bu el yazmalarını, 1652'de vefat eden Della Valle'nin yeğeni ve mirasçısı olan Marki Rinaldo Del Bufalo'dan almıştı. Valle'ye ait el yazmalarıyla beraber Papa XI. Clemente'nin hediyesi olarak birkaç Türkçe el yazması da Vatikan Kütüphanesi'ne girmiştir." Marmara, Vatikan'ın araştırmacılara sunduğu arşiv ve kütüphane bilgilerinden, Türk tarihi ile ilgili olanların çıkarılıp dünyaya tanıtılması gerektiğini kaydetti.

19 Ocak 2011 Çarşamba

BİLGİ KAYNAKLARI NOTLARI- FİNAL

e-kitap Türleri

e-kitapların gelişen teknolojiye bağlı olarak türleri hızlı biçimde değişmektedir. Daha geniş okuyucu kitlesine ulaşmak, erişimin hızlı ve güvenilir olması ve hizmetin yaygınlaştırılabilmesi için düşüm maliyet politikaları hedeflendiği için yeni türler geliştirilmekte ve hem kütüphane okuyucularının hem de e-kitap alıcılarının hizmetine sunulmaktadır. Aşağıda e-kitap türlerine örnekler verilmiştir:

İnternetten indirilebilir e-kitaplar: Kitap içeriği internet aracılığıyla kişisel bilgisayarlara indirilir.

Özel tasarlanmış okuma araçlarına yüklenebilen e-kitaplar: Bir bilgisayardan bağlantı kablosu ile yüklenebilen e-kitaplar

Web-erişimli e-kitaplar: Sağlayıcının web sitesinde yayınladığı ve ücret karşılığı erişilen e-kitaplardır. Okuyucu süresiz erişim isterse e-kitabı satın alabilir.

Print-on-demand kitaplar: Kitap içeriklerinin depolandığı, yüksek hızlı ve yüksek kaliteli yazıcılara bağlı bir sistemden istek üzerine basılan kitaplar.

Yazılımlar

Microsoft Reader 2.0: Windows tabanlı masaüstü, dizüstü ve cep bilgisayarları ile uyumlu ClearType teknolojisi ile LCD ekranlarda %300 okunaklılık artışı ve font büyütme imkânı

Kişisel kütüphane oluşturma ve yönetme imkanı

Metin seçme, bookmark, not ekleme, çizim ekleme, sözlük, bul (find)

Adobe eBook Reader 2.2: Windows veya Mac tabanlı masaüstü ve dizüstü bilgisayarları ile uyumludur. Cooltype teknolojisi ile LCD ekranlarda yüksek okunabilirlik, kişisel kütüphane oluşturma ve yönetme, metin seçme, not ekleme, görüntü netleştirme (sharpen), görüntüyü çevirme imkanı sağlar.

Kütüphanelerde e-Kitap:

Kütüphanelerde sayısal kaynakların yer almasından önce, bir kütüphanenin sayısal değerleri veya büyüklüğü, ya kitap, süreli yayın sayısı veya raf uzunluğu ile ifade edilirdi. Bütün bu rakamlar büyümesi, kütüphanenin bilgi hizmeti sunduğu kitlenin de genişlediği ya da hizmet kalitesinin arttığını da ifade etse de yer, depolama, kataloglama, yararlandırma, koruma…vd ilişkin ek donanım ve hizmetleri de gerekli kılmaktaydı. Kütüphanelerde e-kitap kullanımının kütüphanelere ve okurlara sağladığı yararlardan başlıcaları aşağıda ifade edilmiştir:

*Kitabın ödünç alınması sözkonusu olmadığı, sadece yararlandırma kuralları uygulandığı için e- kitap okuyucularının kitabı iade etme, iadede gecikme ve bu gecikmeye bağlı ceza almaları söz konusu değildir.

*Eş zamanlı, çok sayıda kullanıcıya hizmet verilebilir.

*Hizmet, zamana ve mekâna bağlı değildir. 7X24 hizmet verilebilir.

*Rafa geri yerleştirme, raf okuma, envanter kontrolü sözkonusu değildir.

*İade, hasar, gecikme, kayıp..gibi problemleri yoktur.

*Daha az teknik işlem gerektirir; (etiket, barkod, güvenlik şeridi vb. gerekli değildir) zaman ve para kaybının önler.

*Tam metin içinde kelime taraması kütüphane referans hizmetlerine kolaylık sağlar.

*Kapsamlı kullanım istatistikleri sayesinde koleksiyon geliştirme amaçlı değerli bilgiler edinilir.

e-kitabın bu yararlarına bağlı olarak, danışma, teknik hizmetler ve derme geliştirme hizmetleri açısından zaman personel ve bütçe olarak kütüphaneye yarar sağladığı da tartışılmazdır.

e-kitaplar için her kütüphanenin kullanıcı kitlesi ve bütçesine bağlı olarak seçebileceği farklı abonelik yolları bulunmaktadır. Bu abonelik anlaşmalarının yapılmasından önce konsorsiyumlarda alınan ilke kararlarının takib edilmesi, önceki tecrübelerin dikkate alınmasında yarar vardır.

Türkiye’de e-kitap için yaygın kullanılan abonelik modelleri:

FTE (full-time equivalent -kurumdaki toplam kullanıcı sayısı )

Kullanım sayısı

Yayın fiyatı + Erişim Ücreti

Yayının fiyatı+ Erişim Ücreti (İlk yıl) 2. Yıl sadece erişim Ücreti

Seçerek derme oluşturma/Konusal ve belirlenmiş eserler

Türkiye’de e-kitap için yaygın kullanılan satın alma modelleri:

FTE

Yayın fiyatı + Erişim Ücreti (%)

Yayın Fiyatı + Veritabanı erişim Ücreti (%)

Seçerek derme oluşturma/Konusal ve belirlenmiş eserler

Kullanıcı sayısı + Teknoloji + Bakım Ücreti

Kullanıcı Yönlendirmesi

Ortak koleksiyon oluşturma veya grup olarak satın alınan yayınların paylaşımı

Danışma kaynakları türleri: Bibliyografyalar, biyografyalar, sözlükler, ansiklopediler

Bibliyografya

Grekçe ‘biblios (kitap) ve ‘grapho (yazmak) sözcüklerinden üretilmiş; İ.Ö. 5.yy’da ortaya çıkmış, bir terimdir. Başlangıçta “kitaplardan kopya etmek” anlamına geliyordu.

Bibliyografya, belli görüş açılarına göre hazırlanmış, bulundukları yeri, hangi kitaplıkta olduklarını belirtme koşulu olmadan (Bu özelliği ile kataloglardan ayrılırlar) hazırlanan, yayınları bildiren kaynak, yayın listesi,

*Bu tür listelerin yapıları, amaçları, ayırımları, tarihçeleri, gelişimleri gibi konuları inceleyen bilim dalı,

*Yayın listeleri hazırlamanın yol ve yöntemini öğreten, kurallarını belirleyen bilim, dalı anlamlarında kullanılmaktadır.

Kitap veya akademik çalışmaların sonunda, kullanılan kaynakların alfabetik olarak sıralandığı listeye de bibliyografya denmekle birlikte, bu liste için “Kaynakça” nın kullanılması daha uygundur.

Bibliyografyaların Çeşitleri

Bibliyografyalar farklı bakış açılarıyla türlere ayrılırlar.

1-Amaç Açısından:

a)Kaydeden bibliyografyalar: Belli bir konu alanına veya ilgililer çevresine yönelmeyen, değer yargısı vermeden bütün yayınların tam bir kaydını yapmayı amaçlayan bibliyografyalardır. Bir ülkenin bütün ulusal yayınlarını belirlemeye, kaydetmeye yönelik ulusal bibliyografyalar, bu türe örnek verilebilir.

b)Haber Veren Bibliyografyalar: Yeni çıkan yayınları ilgililere duyurmak için yayınlanan bibliyografyalardır. Ulusal bibliyografyaların haftalık, aylık ya da başka süreli fasikülleri de bu amaca hizmet ederler. Yayınevlerinin yeni çıkan yayınları, ilgililere duyurmak için çıkardıkları kataloglar da bu bölüme girer.

c)Yayın Öneren Bibliyografyalar: Bütün yayınları değil; en önemlileri duyurma amacına yöneliktirler.

2-Konu Boyutları Açısından:

a)Genel Bibliyografyalar: Her konudaki yayınları içeren bibliyografyalardır.

b)Özel Bibliyografyalar: Belli bir konudaki yayınları bildiren bibliyografyalardır. Özel bibliyografyaların yayının biçimine değil de konusuna göre bir ayırıma gitmektedir. Yani, makale, tez veya dergi gibi yayın türü değil; tarih, coğrafya veya sosyoloji gibi konulara ilişkin bir ayırım yapılmaktadır.

3-Zaman Açısından

a)Süreli Bibliyografyalar: Belli bir konuda ya da genel olarak bütün alanlarda yayınlananları sürekli olarak bildiren belirli zaman aralıkları ile yayınlanan, süreli yayın niteliği taşıyan bibliyografyalardır.

b)Geriye Dönük Bibliyografyalar: (Retrospektif): Belli bir zaman aralığı içinde bütün yayınlananları bildiren bibliyografyalardır. Belli bir konuya yönelik de olabilirler. Örn: Enver Koray’ın “Türkiye Tarih Yayınları Bibliyografyası 1729-1955”

c)Günü Bildiren Bibliyografyalar: (Prospektif): Yayınlandıkları gün içinde, kitabevlerinde satılmakta olan yayınları gösteren bibliyografyalardır.

4-Yöneldikleri Coğrafya Alanı Açısından

a)Uluslararası Bibliyografyalar: Genel ya da özel bir konuda bütün dünya yayınlarına yönelirler. Teorik olarak mümkün olsa da uygulamada tam ve eksiksiz bir uluslar arası bibliyografya mümkün görünmese de sınırlı konularda uluslar arası bibliyografyalar hazırlanabilir.

b)Ulusal Bibliyografyalar: Ulusal yayınların tam bir kaydını yapma amacıyla hazırlanan bibliyografyalardır. Türkiye Bibliyografyası gibi.

c)Bölgesel Bibliyografyalar: Belli bir bölge, il ya da il çevresi gibi sınırlı alana yönelik bibliyografyalardır. Bursa Bibliyografyası gibi.

5-Yayın Türü Açısından Yayın türlerine bağlı olarak hazırlanan bibliyografyalardır. Tezler, dergiler, resmi yayınlar bibliyografyaları gibi.

6-Bibliyografyayı Hazırlama Yöntemi Açısından

a)Birincil (Primer) Bibliyografyalar: Bibliyografyayı hazırlayanların, yayınları doğrudan doğruya görerek ve inceleyerek ortaya koydukları bibliyografyalardır.

b)İkincil (Sekonder) Bibliyografyalar: Doğrudan doğruya yayınları değil; bu yayınları tanıtan başka türden yayınları inceleyerek meydana getirilen bibliyografyalardır.

7-Yayınları Bildirme Yöntemi Açısından

a)Çözümleyen (Analitik) Bibliyografyalar: Yayınların bibliyografik tanımlarını vermekle yetinmeyen, ayrıca yayınlar üzerine açıklamalar da yapan bibliyografyalardır.

b)Eleştiren (Kritik) Bibliyografyalar: Yayınları sadece tanıtmak veya analiz etmekle yetinmeyen, değer yargıları da veren bibliyografyalardır. Yayın öneren bibliyografyalardan farkı, bir şey önermemeleri, iyiyi de kötüyü de değerlendirmeye çalışmalarıdır.

c)Biyobibliyografyalar: Yazarlar hakkında bilgi verip, eserlerini tam olarak tanıtan bibliyografyalardır.

d)Saklı Bibliyografyalar: Bir bibliyografya, bir edebiyat kitabı ya da bir ansiklopedi maddesi, belirli bir konuda değerli bibliyografik bilgiler veriyorsa, o zaman bir saklı bibliyografya söz konusudur. Önemli bir yazarın ciddi bir eseri, bir konuda bazen pek çok bibliyografik kaynağa başvurmakla ancak elde edilebilecek çok önemli ve çok değerli bir hazır bibliyografik bilgi sağlayabilir.

8-Bibliyografya Basamakları Açısından

a)Birinci Basamaktan Bibliyografyalar: Her türden yayınları ya da bibliyografya olmayan herhangi bir türden yayınları bildiren bibliyografyalardır.

b)İkinci Basamaktan Bibliyografyalar: Sadece bibliyografyaları tanıtan bibliyografyalardır. Bibliyografyaların bibliyografyası olarak da adlandırılırlar.

c)Üçüncü Basamaktan Bibliyografyalar: Bibliyografyaların bibliyografyası türündeki eserleri tanıtan bibliyografyalardır.

Türkiye Bibliyografyası

Derleme Kanunu (1934) uyarınca Türkiye'de basılan bütün materyalleri kapsayacak olan Türkiye Bibliyografyası'nın yayımlanmasına, ilk kez 1939 yılında 1928-1938 yıllarını kapsayan birinci on yıllık toplu cilt ile başlanmıştır. 1953 yılı sonuna kadar üçer aylık aralıklarla yayınlanan Türkiye Bibliyografyası, 1954 yılından itibaren Milli Kütüphane tarafından yayınlanmaya başlamıştır. 1955 yılında 6568 sayılı Kanun ile Milli Kütüphane Bibliyografya Enstitüsü görevi devraldıktan sonra, bibliyografyanın yapısında bir takım değişikliklere gidilmiştir.

Türkiye Bibliyografyasında yer alan bibliyografik kimlikler, 1985 yılına kadar Basma Eserler Alfabetik Kaideleri'ne göre düzenlenmiştir. Bu tarihten sonra, bibliyografik kimliklerin verilmesinde Anglo-Amerikan Kataloglama Kuralları uygulanmaya ve fasiküller aylık olarak yayımlanmaya başlamıştır. Türkiye Bibliyografyası, 1989 Ocak fasikülünden itibaren bilgisayara dayalı olarak hazırlanmaya başlanmıştır. 2003 yılına ait fasiküllerden itibaren de, Türkiye Bibliyografyası, CD-ROM ortamında aylık olarak üretilmeye başlanmıştır.

Türkiye Bibliyografyası, araştırmacılara çeşitli yönlerden yararlı olabilecek nitelikte veriler içermektedir. Türkiye’de yayınlanıp derlenen bütün eserlerin bibliyografik kimliklerini verdiği için Türkiye'deki yayın hayatının bir aynası olarak nitelendirilebilir. Türkiye Bibliyografyası, ülkemizdeki pek çok halk, okul ve çocuk kütüphanesi tarafından, kataloglama ve sınıflama işlemlerinde rehber olarak kullanılmaktadır.

Türkiye Bibliyografyası, çeşitli dönemlerde araştırmacıların eleştirilerine de maruz kalmış, derleme kaçağı yanında standartlara uymayan kimlik bilgileri, gecikmeli yayımlar, tarama hataları gibi sebepler bu eleştirilerin ana konusunu teşkil etmiştir.

Türkiye Makaleler Bibliyografyası

Millî Kütüphane, 1934 tarihli 2527 sayılı Basma Yazı ve Resimleri Derleme Yasasına göre derlenerek Millî Kütüphane’ye gönderilen bilimsel ya da kültürel ağırlıklı dergilerden seçilmiş makalelerin bibliyografik kayıtlarından oluşan Türkiye Makaleler Bibliyografyası’nı (TMB) hazırlamaktan sorumludur. TMB, 1952 yılından bu yana sürekli yayımlanmaktadır (www.mkutup.gov.tr). 1923-1945 yılları arasında çıkan dergilerde yayımlanan makaleler ise Millî Kütüphane kurulmadan önce faaliyet gösteren Başbakanlık Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü çalışanlarının çabalarıyla 1940-1945 yılları arasında beş cilt halinde yayımlanmıştır.

TMB ülkemizde yayımlanan en kapsamlı kaynakçadır. Ancak Türkiye’de yayımlanan süreli yayınlarda çıkan bütün makalelerin TMB’de yer aldığını söylemek güçtür. Çünkü yayımlanan her süreli yayının bir kopyası Derleme Yasası gereği Millî Kütüphane’ye gönderilmemekte, söz konusu süreli yayınlarda çıkan makaleler de ne yazık ki TMB’de dizinlenememektedir. Yasanın denetim ve yaptırım gücü kısıtlı olduğundan “derleme kaçağı” olarak adlandırılan bu sorun yıllardır devam etmektedir. Ne yazık ki derleme kaçağının büyüklüğüyle ilgili resmi kaynaklara dayanan sayılara ulaşılamamıştır. Fakat bazı yazarlar, somut verilere dayanmasa da, Türkiye’de derleme kaçağı oranının %40 ile %70 arasında olduğunu tahmin etmektedirler.

Millî Kütüphane, birkaç yıl önce TMB’nin 1923-1999 yıllarını kapsayan basılı kopyalarında yer alan tüm bibliyografik künyelerin bir proje kapsamında elektronik ortama aktarılmasını gerçekleştirilmiştir. Projeyi üstlenen Nüvis Beşeri Araştırmalar ve Yayıncılık Ltd. Şirketi tüm bibliyografik künyeleri bir veri tabanına aktarmış ve Millî Kütüphane bu çalışmayı Cumhuriyet Dönemi Makaleler Bibliyografyası 1923-1999 adıyla CD-ROM olarak yayımlamıştır (Cumhuriyet, 2001). CDMB’de yer alan makale künyeleri Millî Kütüphane’nin Web kataloğu aracılığıyla çevrimiçi olarak da taranabilmektedir (www.mkutup.gov.tr).

Biyografi

Ünlü kişileri ve eserlerini konu alan eserlere biyografya ( biyografik eser) denir. İki türü vardır:

1. Tekil veya Özel Biyografya: Bu tür eserler yalnız bir kişiyi konu edinir.

Ş.S Aydemir’in Tek adam ve İkinci adam adlı eserleri buna örnek gösterilebilir.

Otobiyografi: Bu kişinin kendi hayatını ele aldığı kitaplardır. Ş.S Aydemir, Suyu Arayan Adam, Celal Bayar, Ben de yazdım, Rıza Nur, Hayatım ve Hatıralarım gibi

2. Genel biyografya: Birden Çok kişinin hayatı ve eserleri alfabetik bir düzenleme ile eserin konusunu oluşturuyorsa burada genel biyografyadan söz edilir.

Mehmet Süreyya; Sicill-i Osmani, İst. 1308-1315 ( 1890-97) 4 cilt

Bursalı Mehmet Tahir; Osmanlı Müellifleri, İst 1333-1342 ( 1917-26) 3 cilt

İbnülemin Mahmut Kemal İNAL,; Osmanlı Devrinde Son Sadrazamlar, İst. 1940-53 4 cilt

Mehmet Zeki PAKALIN; Son Sadrazamlar ve Padişahlar, İst. 1940-48 5 cilt

Okuma

(Makale kısaltılarak buraya alıntılanmıştır)

Tercümeihâl, CV, tenkit, münekkit, eleştirmeci, eleştirmen, eleştirici, eleştirel üzerine

Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR

Bu yazıya Tercümeihâl’den CV’ye biçiminde bir başlık konabilirdi. Çünkü “hâl tercümesi, öz geçmiş, meslek hayatının özeti” anlamlarına gelen curriculum vitae kelimesinin kısaltması olan CV, dilde giderek yayıldı ve öz geçmiş’in önüne geçti. Üstelik “ceve” söyleyişi ile değil, İngilizce “sivi” söyleyişi ile yayıldı.

Bu başlık, Tercüme i-hâl, Hâl Tercümesi, Öz Geçmiş, Biyografi, Hikâye-i hâl, Hayat Hikâyesi, Yaşam Öyküsü, Öz Yaşam Öyküsü, Yaşam Öyküsel Terimlerininin Anlamca Birbirinden Farkı Var Mı? biçiminde de olabilirdi. Burada anlamların yanında dildeki öneri bolluğu da işlenebilirdi.

Konu, imla açısından ele alınıp Sözlüklerde, Çeşitli Yayınlarda Özgeçmiş, Öz Geçmiş, Yaşamöyküsü, Yaşam Öyküsü Özyaşamöyküsü, Öz Yaşam Öyküsü Biçiminde Bulduğumuz Terimleri Bitişik Mi Ayrı Mı Yazalım? başlığı altında da incelenebilirdi. Yalnızca öneride bulunmanın iş olmadığı, önerilerden birinde birleşilmesi, aynı anlaşmanın kelimelerin imlasında da olması gerektiği vurgulanabilirdi.

Önce bu kadar çok adlandırmanın kaynağı olan ve bugün bitişik yazdığımız tercümeihâl kelimesinden hareket ederek söze başlayalım. Bütün iş Farsça tamlama kurallarına göre kurulmuş tercümeihâl’e uygun bir karşılık bulmaktı. Ancak bunun bir de Fransızcadan Türkçeye geçen biyografi ve bunun türevleri ilgili tarafı vardı. Uygun bir karşılık bulup sorunu çözmek varken pek çok öneriyle iş büyüdü ve yeni sorunlar ortaya çıktı.

Osmanlı Türkçesinin sözlükleri yalnızca tercüme-i hâl kelimesini maddeleri arasına alır ve tanımlar. Genellikle terceme-i hâl biçiminde geçen bu kelimeden başka eski sözlüklerde, yukarıda sıraladığım öteki kelimelerin hiçbiri bulunmaz. 1901 yılında basılan Mükemmel Osmanlı Lügati, bu kelimeyi “Bir adamın ahval-i hususiyesini meydana koyan makale, risale” biçiminde tanımlar. Aynı tarihte yazılan Şemsettin Sami’nin Kamus-ı Türkî adlı sözlüğünde ise, bu kelime için “Meşhurlardan veya memurlardan bir kimsenin hususi hâlleri, memuriyet hayatındaki hâlleri” tanımı yer alır. 1924 yılında basılan Mehmet Bahaettin Toven’in Yeni Türkçe Lugat adlı eserinde ise bu terim, “Bir kimsenin sergüzeştinin, ahvali-i hususiyesinin veya vazife ve memuriyetlerinin tarihçesi” biçiminde tanımlanır.

Bu tanımlardan yararlanarak tercümeihâl kelimesinin daha çok “Belli bir kişiliğe sahip, sanatçı, yazar veya bilim adamı yönüyle toplumun tanıdığı kimselerin hayatları boyunca yaptıklarının anlatıldığı yazı, makale veya kitap” diye daha genişçe açıklayabiliriz. Kısaca tercümeihâl bir kimsenin hayat hikâyesidir. Bu hayat hikâyesinin anlatımında belgelere ve gerçeğe dayanan açıklamalar yer alır. Tercümeihâl yazanlar, bu alanda belgeleri değerlendirebilecek uzmanlığa sahiptir. Tercümeihâl yapısındaki yazılar, makaleler, kitaplar gerektiğinde birer tarihî belge olur. Bu anlamlarıyla tercümeihâl daha çok Fransızca biyografi teriminin karşılığıdır. Büyük ihtimalle tercümeihâl terimi, o yıllarda biyografi’nin karşılığı olarak türetilmiştir. Keşke Türkçe kök ve eklere dayanan bir türetme yapılsaydı; bugünkü sorunlar da yaşanmazdı.

Biyografi sözünün sıfatı biyografik’tir. Biyografik eser örneğinde olduğu gibi günümüzde de kullanılan bu kelimenin başka türevleri de var. Bir yazarın kendi hayatını konu alarak topladığı belgeler ışığında yazdığı esere oto biyografya denir. Bunun sıfatı da otobiyografik biçimindedir. Ancak biyografik, oto­biyografya, otobiyografik kelimelerini karşılayan herhangi bir kelimeye yukarıda adlarını andığımız sözlüklerde rastlanmaz. O dönemlerde yalnızca tercümeihâl terimiyle yetinilmiştir.

Yeni Lisan akımıyla Farsça tamlamaların Türkçenin kalıbına göre yeniden düzenlendiği 1910’lu yıllarda tercümeihâl yanında hâl tercümesi terimini görmekteyiz. Son elli yılda ise bu kavramdan hareket edilerek birçok karşılık ortaya atıldı. Ortaya atılan bu karşılıklardan hangisinin biyografi, hangisinin bir işe girmek için kişinin öğrenim durumunu, tecrübelerini gösteren belgenin adı olduğu anlaşılmaz oldu.

Bir zamanlar karşılık ararken başvurulan kaynak Sade Türkçe Kılavuzu idi. 1960 yılında Türk Dil Kurumunca yayımlanan bu kitapçıkta tercümeihâl için verilen karşılık olumluk kelimesi idi. Bu kılavuzda tercümeihâl, olumluk dışında yukarıda sıraladığımız karşılıkların hiçbiri yoktur. Aynı amaçla 1978 yılında son baskısı yapılan ve Türk Dil Kurumunca yayımlanan Özleştirme Kılavuzu’nda ise biyografi kelimesinin önünde yaşamöyküsü kelimesini buluyoruz. Her iki kelimesi de kendi anlamında olan bu tamlamanın neden bitişik yazıldığını açıklamak zor. Belki de Farsça tamlamanın kalıbına bakılarak bu yola gidilmiş. Bu kitapçıkta hayat hikâyesi terimi yer almamış. Oysa yaşamöyküsü kelimesi hayat hikâyesi’ne karşılık olarak türetilmiştir. Özleştirme Kılavuzu bunun yanında tercümeihâl kelimesine de alfabetik sırada yer vermiş ve onun da önüne özgeçmiş, yaşamöyküsü karşılıklarını koymuş. Özgeçmiş maddesine açtığımızda bunun önünde otobiyografi, hal tercümesi, tercümeihal karşılıklarını görüyoruz. Özleştirme Kılavuzu’da otobiyografi maddesine baktığımızda bunun da önünde özgeçmiş, özyaşam öyküsü terimlerini buluyoruz. İmlalarını olduğu gibi koruyarak aktardığım bu örneklerdeki tutarsızlıklar, tanımlardaki karmaşa üzerinde durmayalım. Bu karşılıkların 1970’li yıllarda türetildiği anlaşılmaktadır.

Özleştirme Kılavuzu’nda biyografik, otobiyografik kelimeleri yer almamış ve dolayısıyla bunların karşılıklarının ne olduğu verilmemiş. Bu durumdan “biyografik, otobiyografik terimlerine karşılık bulmaya gerek yok” anlamı çıkartılabilir. Biyografik, otobiyografik terimlerinin karşılıklarını Ali Püsküllü­oğlu’nun Arkadaş Türkçe Sözlük adlı çalışmasında görmekteyiz. A. Püsküllü­oğlu, otobiyografik terimine özyaşamöyküsel, biyografik içinse yaşamöyküsel terimlerini karşılık olarak vermiştir. Türkçede ön ek bulunmadığı hâlde oto- ön eki öz ile karşılanarak bitişik yazılmış.

Türk Dil Kurumunun 1998 baskılı Türkçe Sözlük’ünde ise tercümeihâl maddesi alınmış ve karşılığına öz geçmiş, hâl tercümesi, biyografi kelimeleri yazılmış. Tanım yapmadan yalnızca karşılıkların verildiği bu uygulama, tanımın öz geçmiş, hâl tercümesi, biyografi kelimelerinden birinde bulunacağı anlamına gelir. Hâl tercümesi sözlükte yer almamış, biyografi kelimesinin önünde “Hayat hikâyesi, tercüme-i hâl, hâl tercümesi” kelimelerini buluyoruz. Hayat hikâyesi maddesinin önünde “Bir kişinin hayatı boyunca geçirdiği önemli olaylar ve evreler, özgeçmiş, biyografi” biçiminde bir tanım verilmiş. Ayrı yazılan öz geçmiş maddesine baktığımızda burada “Bir kişinin kendisinin anlattığı hayatı, tercümeihâl, hâl tercümesi” açıklamasını görüyoruz. Sözlükte ayrı yazılan öz yaşam öyküsü maddesi otobiyografi karşılığı alınmış ve karşılığında “Bir kişinin kendi yaşam öyküsü üzerine yazdığı yazı veya eser, hayat hikâyesi, otobiyografi” tanımı verilmiş.

Sözlükte ilgili maddelerde göndermesini göremediğimiz bir de yaşam öyküsü maddesi var. Bunun önünde “Hayat hikâyesi” yazılıdır. Hayat hikâyesi terimi hikâye-i hâl’inTürkçe kurallara göre yeniden düzenlenmiş biçimidir.

Yukarıda çeşitli kaynaklardan tespit ettiğimiz tercümeihâl, hâl tercümesi, hikâye-i hâl, hayat hikâyesi, öz geçmiş, yaşam öyküsü, öz yaşam öyküsü, öz yaşam öyküsel, olumluk terimleri Türkçeleştirme çalışmaları sırasında ortaya atılmış önerilerdir. Bunların sözlüklere girmemiş hayat çizgisi, künye dökümü biçiminde başka karşılıklarının da bulunduğu hatırlatalım.

Tercümeihâl’in bir adım Türkçeleştirildiği biçimi hâl tercümesi’dir. Bu iki sözün karşılığı biyografi’dir. Biyografi’ye bir de hayat hikâyesi karşılık olarak gösterilmiş. Hayat hikâyesi Türkçeleştirilerek bundan yaşam öyküsü türetilmiş. Bu arada bir başka öneri de öz geçmiş olmuş. Bu durumda biyografiyi esas alırsak, bunun Türkçedeki karşılıkları sırasıyla tercümeihâl, hâl tercümesi, olumluk, hayat hikâyesi, yaşam öyküsü, öz geçmiş’dir.

Görebildiğim kadarıyla bugün kullanımda olan öz geçmiş bir sanat ürünü olan biyografi’nin değil de, kişinin başvurduğu makama sunduğu, kendisini anlattığı yazının adıdır. Burada bir sanat veya uzmanlık söz konusu değildir. Sanat değeri olan yazı türü ise bugün gene biyografi terimiyle anlatılmakta, bunun sıfatı biyografik edebiyat çevrelerinde kullanılmaktadır. Sıklık açısından konuya baktığımızda biyografi, biyografik gibi otobiyografi ile otobiyografik de yaygın bir biçimde geçmektedir.

Olumluk terimine gelince bu söz ortaya atıldığı günden beri kullanılmadı.

Hayat hikâyesi karşılığı olarak ileri sürülen yaşam öyküsü teriminde yer alan öykü’nün yapısı 1960’lı ve 1970’li yılarda tartışma konusu oldu. Dilde öykü biçiminin olmadığı “taklit etmek” anlamında öykünmek fiilinin bulunduğu ileri sürüldü. Öz geçmiş de bazı çevrelerce anlamsız bulunup eleştirildi. Önerilerin kısa zamanda yıpranmasına biraz da karşılıkların fazlalığı, kaynaklardaki bu karışıklıkların birbirine gönderilmesi sebep oldu. Söz konusu karşılıkları kullanmak isteyenlerden bazıları, bunların yapısını ve anlam sınır belirleyemediklerinden Adamın özyaşamsal hikâyesi hayli ilginçti biçiminde kullandılar.

Bu açıklamalardan sonra bir düzenleme yapmak gerekirse eldeki önerilerden öz geçmiş’i kişinin başvurusunda kendisini anlattığı metne, yaşam öyküsü terimini ise sanat ürünü olan esere yani biyografi’ye karşılık olarak göstermeliyiz. Buna göre kelimeleri tanımlasak sorunu ve kargaşayı bir ölçüde gidermiş oluruz. Aksi hâlde CV ve biyografi bütün bu önerileri tarihe gömecektir.

Türkçe önerilerde direnmenin pek yarar sağlamadığını, batıdan gelenlerin hem eski hem de önerilmiş Türkçe karşılıkları dilden çıkarttığını çok gördük. Yeni siyasi oluşumlar, kültürel etkileşimler karşısında dirençli olmadığımızı artık kabul etmeliyiz. Kültürümüzün çeşitli alanlarındaki yozlaşmanın, yabancılaşmanın örnekleri gün geçtikçe artıyor ve bunun önüne geçilmiyor. Bu durumdan dil de etkileniyor. Toplumumuzun pek dikkatini çekmeyen bu durumu, gün geliyor, birileri diller arası doğal etkileşim olarak açıklıyor ve gelişmeyi normal sayarak insanları ikna edebiliyor.

Öneri yarışından vazgeçip kurallı ve anlamlı olan bir öneride bileşilmelidir. Ancak bu nasıl gerçekleşecektir? Cumhuriyet tarihi boyunca üzerinde durulan ve sözlüklerde yapılan düzenlemelerle çözüm aranan bu konunun 2005 yılında da büyük bir sorun olarak karşımızda durduğu görülmektedir.

Öneriler ortaya atıp bunları dilde zenginlik gibi göstermek doğru değildir. Zaman zaman kendimizi aldatıp yukarıda saydığımız örneklerde olduğu gibi bu tür önerileri bir zenginlik sayıyoruz. Bir kavrama birden çok karşılığın önerilmiş olması zenginlik olarak gösterilmemelidir. Bunların sözlüklerin düzenlenmesinde de sorun yarattığını unutmamalıyız. Biz Türkçe öneriler içinde boğulurken batıdan gelen karşılıklar dile yerleşiveriyor.

Diğer Bibliyografik Araçlar

1-Öz dergileri (Abstracts): İkincil tür bilgi kaynaklarındandır. Belirli bir bilim ya da teknik alanında çıkarılan her tür birincil yayınların (kitap, dergi, patent, standart, tez, vb.) tanımlarını ve kısaca özlerini sürekli olarak bildirirler.

Öz (abstract) sözcüğü özet (summary) karşılığı değildir. Öz, yayından sağlanması umulan yarara yönelik bir özettir ve ele alınan yayının amacını, yöntemini, kuramsal dayanaklarını ve getirdiği yeni bilgiyi belirtir. İçinde sayılar, formüller, çizimler bulunabilir. Öz’ün iki ana amacı vardır. Birincisi, bilim ve teknik alanında yeni elde edilmiş bilgilerin en kısa sürede yayılmasına yardımcı olmak, ikincisi ise çok özel bir konuda yayın arayan araştırmacıya, duyurulan yayının gerçekten işe yarayıp yaramayacağını yayın özü ile bildirerek boşuna zaman yitirmesini önlemektir.

2-Dizinler/İndeksler: (Indexes): Dizin, bir bütünün içinden aradığımız parçayı bulmamıza yardım eden araçtır. Bir kitabın dizini o kitabın “içindekiler” sayfasının geliştirilmiş biçimidir diyebiliriz.

3-Current Contents (CC): Bir yayın türünün değil; belli bir yayının adıdır. CC, Süreli yayınların “içindekiler” ’Table of Contents’ sayfalarını çoğaltarak özgün makaleleri, yayınlanışlarından sonraki 10 gün içinde herhangi bir indeksleme, bibliyografik tanım hazırlama, yeni bir bibliyografik eser hazırlama gereği duymadan yapılan yayındır.

4- ISI Web of Knowledge: Bir yayın türü değil; yayın adıdır. Detaylı bilgi için bkz. http://www.isiwebofknowledge.com/

En geniş anlamıyla, taradığı bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerin yazarları tarafından atıfta bulunulan kaynakları da listeleyen web tabanlı bir dizindir.

Bibliyografik bilgiye erişim, bilginin analizi ve bilginin yönetilmesi için kullanılan kaynaklardan birisi olduğu gibi, aynı zamanda bilimsel bilginin ölçülmesinde de kullanılan, ölçüt olarak kabul edilen bir kaynaktır.

Temelleri, 1960'lı yıllarda Eugen Garfield’in Amerika’da Institute for Scientific Information (ISI) adıyla bilimsel sonuçların tüketimini ölçmeye yönelik parametreleri ortaya çıkarmak ve belirlemek amacıyla, bibliyografik bir veri tabanı geliştirmek üzere kurduğu bir şirkete dayanır.

Çalışmalar sonucunda yayınlanan Science Citation Index (SCI) ve Social Science Citation Index, ve daha sonra geliştirilmiş haliyle Science Citation Index Expanded (SCIE) pek çok konuda ve dillerde yayınlanmakta olan çeşitli bilimsel dergilerin taranması ve tarama sonuçlarının dizinlenmesi sonucunda oluşmuştur.

Bu veri tabanı sayesinde, belirlenmiş ölçütlere uygun dergilerde hangi yazarların makalelerinin yayınlandığı bilgisi yanında, bu makalelerin özlerine, bu makalelerden alıntı/aktarma yapanlara ilişkin sayısal verilere ulaşmak mümkündür. ISI Web of Knowledge, süreli yayınlara ilişkin etki analizi çalışmalarına da katkı sağlayarak, kütüphanelerin satın alma davranışlarında da rol oynamaktadır.

c)Patent’ler: Yasal bir belge olarak diploma gibi tek nüshalık bir belgedir. Her ülkenin özel patent büroları sayesinde buluş sahibine verilir. Her ülkeye göre değişen bir koruma süresi vardır. Buluş sahibi bu süre içinde başkalarının kendi buluşunu uygulamalarına, yasal bir güç ile engel olur. Patentler, genellikle “patent yazısı” şeklinde ortaya çıkarlar. Patent yazısı, yeni buluşları tarihçeleri ile birlikte tanıtmaya, teknik gelişmelerin yönünü göstermeye, bazı konular için yeniden emek harcanmasını önlemeye yararlar. Patent yazıları biçim olarak genellikle tek sayfa ya da broşür olurlar.

Örnek: Türk Patent Enstitüsü (http://www.turkpatent.gov.tr/ ).

d)Standartlar: Sanayileşmiş bir dünyada seri halindeki üretimi, yedek parça kolaylığını, tehlikeli maddeler için güvenliği sağlamak, alıcıyı korumak için uyulması gerekli ölçülere, standard diyoruz. Bilimsel belge olarak standard, bunları saptayan yayınlara verdiğimiz addır. Bu yayınlar her ülkenin ilgili özel standard büroları tarafından çıkarılırlar. Bilimsel belge olarak standard, çıkaran büronun adının kısaltması ve standardın özel numarası ile başlar. Bunu, standardın adı, yayın yeri, basım evi ve tarihi izler. Standard bir broşür görünümündedir, ulusal merkezlerden ya da ISO’dan sağlanır. İlgili bürolar zaman zaman duyuru yayınları yapar, standart katalogları çıkarırlar. ABD’nin Ulusal Standard Enstitüsü , http://www.ansi.org. Türk Standardları Enstitüsü, http://www.tse.org.tr

Kataloglar: Kütüphane ve arşiv katalogları, toplu kataloglar

Katalog, Yunanca κατάλογος, Latince catalogus sözcüğünden gelir. Belli bir sıraya göre hazırlanan listeye denir. Bir kütüphanede bulunan eserleri belli bir düzen içinde sıralamak, yerini belirtmek ve aranılan eserin kolayca bulunmasını sağlamak amacıyla, bir sistem dâhilinde hazırlanan listeye katalog denir. Bibliyografyadan farkı, bildirdiği eserin hangi kütüphaneye veya hangi kitap topluluğuna ait olduğunu göstermesidir.

Kataloglar genel olarak alfabetik ve sistematik katalog olmak üzere ikiye ayrılırlar:

Alfabetik katalog

Yazar, çeviren, yayınlayan, resimleyen vs. gibi kişilerin soyadları ile kitap adının alfabetik olarak sıralandığı katalogdur. Bu tür kataloglarda kişi soyadları ile kitap adları alfabetik olarak aynı veya ayrı ayrı sıralanabilir.

Sistematik katalog

Kütüphanedeki eserlerin, belli bir sisteme göre hazırlanmış konu kataloğudur. Bu sistemler konuları belirli dallara veya başlıklara ayırırlar.

Her konu başlığının belirli bir konu numarası vardır. Konu kataloğunda rastladığımız tasnif numarası, o eserin konusunun harf veya sayılarla ifadesidir. En çok kullanılan tasnif sistemleri: Dewey, ve Library of Congress'dir. Konu kataloğunun faydası, araştırmacının belirli bir konuda aradığı yayınları bir arada göstermesidir. Bunların dışında sözlük katalog adı verilen bir katalog çeşidi daha vardır. Bu katalog alfabetik kataloğa konu başlıklarının ilave edilmesi suretiyle hazırlanır. Yani yazar ve kitap adı ile konu başlığı aynı alfabetik düzen içinde ve bir arada sıralanmışlardır.

Önceleri kart (fiş) katalog (7,5x12,5 cm boyutlarında kartlarla kullanılmıştır) ve cilt katalog olmak üzere ikiye ayrılan kataloglar, bilgisayarların ve kütüphane otomasyon programlarının yaygınlaşmasından sonra kullanılmaz hale gelmişlerse de özellikle kart katalogların hala kullanıldığı kütüphaneler de vardır.

Basılı kütüphane katalogları da koleksiyonların belirli bölümleri, dilleri, yılları …gibi ayrımlarla hazırlanmış, basılmış ve kullanıma sunulmuştur. İstanbul Kütüphanelerindeki Türkçe Hamseler Kataloğu gibi.

Kataloglar hazırlanırken belirli bazı kurallara uyulması gerekir. Türkiye'de uzun seneler kullanılan kataloglama kuralları ise yerini artık (American Library Association) tarafından hazırlanan Anglo American Cataloging Rules (Anglo-Amerikan Kataloglama Kuralları) na bırakmıştır.

Süreli yayınlar; basılı süreli yayınlar ve türleri

Hülya Dilek Kayaoğlu, Süreli Yayınların Yönetimi adlı kitabında, mesleki literatürde yapılan tanımları inceledikten sonra, şöyle bir tanım yapmıştır:

“Önceden belirlenmiş bir bitişi olmayan, birbirini izleyen ayrı bölümler halinde genellikle numaralandırılmış olarak düzenli ve düzensiz aralıklarla yayımlanan bir sürekli kaynak.” [1]

Özellikleri:

Süreli yayınları diğer kaynaklardan ayıran özellikler, tanımında da belirtildiği gibi şöyle sıralanabilir:

Sonsuza kadar yayınlanabilecekleri varsayılır.

Birbirini izleyen bölümler halinde devam eder.

Düzenli ve düzensiz aralıklarla yayınlanır

Her bölümde genellikle nümerik veya kronolojik ifadeler taşır.

Herhangi bir ortamda bulunabilir. (Basılı, e-yayın, mikrofilm vb.)

Güncel bilgi taşırlar.

Süreli Yayın türleri

Süreli yayınların türlerinin belirlenmesinde farklı ölçütler kullanılabilir. Çıkış sıklığı [haftalık (weekly), 15 günde bir(semi-monthly), aylık (monthly), iki ayda bir (bi-monthly), üç aylık (quarterly), 6 ayda bir (semi-annual), ve yılda bir kez çıkan (annual) gibi] en yaygın olarak kullanılan ölçüttür. Buna göre; süreli (periodicals) [düzenli aralıklarla, yılda birden fazla çıkan] ve süreli olmayan (non-periodicals) [yılda en fazla bir kez ya da uzun aralıklarla, düzensiz çıkan] olarak ikiye ayrılırlar.

Zaman zaman birbiri içine geçebilecek bu tanım yerine, türlerin sıralanması, daha açıklayıcı olabilir.

1. Gazeteler

2. Dergiler

I. Basılı Dergiler

a. Bilimsel/Akademik dergiler

b. Popüler Dergiler / Magazin dergileri

c. Sektör dergileri

d. Çocuk dergileri

e. Zinler (Fanzine= fan magazin)

f. Prestij dergiler

…………..

II. Elektronik dergiler

3. Bültenler (Newsletters)

4. Yıllık ve almanaklar

5. Monografik diziler

6. Süreli yayın benzerleri

ISSN (International Standard Serial Number) Uluslararası Standart Süreli yayın Numarası

Basılı ve/veya elektronik ortamda üretilmiş bir süreli yayının kimliklendirilmesi/tanımlanması için uluslar arası kabul gören bir kodlamadır.

Türkiye’de Kültür Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü’nün yetkisinde, ISBN/ISSN ajansı tarafından 1993 yılından beri ISSN verilmektedir.

Süreli yayınların denetimini sağlayan, sipariş ve kütüphanelerarası ödünç verme işlemlerinde kullanılan ISSN’in özellikle elektronik dergilere erişimi sağlamada kolaylık sağlaması yönünde çalışmalar devam etmektedir.

Türkiye’de Dergiler [2]

Ülkemizde dergi yayıncılığının kökleri 1700’lü yılların sonlarına dayanmaktadır. Osmanlı İmparatorluğunda ilk yabancı dildeki süreli yayın 1795'te İstanbul'daki Fransız Büyükelçiliği tarafından yayımlanmıştır (Bulletin de Nouvelles). Türkçe dergilerin yayımlanması için ise aradan yaklaşık 50 yıl daha geçmesi gerekmiştir. 1795'ten Cumhuriyet Dönemine kadar 22 ayrı dilde toplam 2046 gazete ve dergi yayımlanmıştır.

Süreli yayınlar bir ülkede bilim düşüncesinin gelişmesine ve bilim kurumlarının oluşmasına önemli katkıda bulunmaktadır Türk yayıncılık tarihi açısından da oldukça önemli bir yer tutan süreli yayınlar konusunda yapılan araştırmaların sayısı ne yazık ki sınırlıdır. Söz konusu araştırmaların genellikle belli konularda (özellikle tıp) yoğunlaştığı görülmektedir. Süreli yayınlarla ilgili bibliyometrik çalışmalar ise yok denecek kadar azdır.

Türkiye’de, üniversiteler, eğitim kurumları, kamu ve özel kuruluşlar ile özel kişiler tarafından yayımlanan çok sayıda dergi bulunmaktadır. 1831-1993 yılları arasında 2525 gazete ve derginin yayımlandığı saptanmıştır. 1990 yılında yayımlanan bir rehberde 71 ilin valiliklerinden toplanan verilere dayanarak gazeteler de dâhil olmak üzere toplam 2617 süreli yayına ait temel bilgiler (sıklık, yayın yılı, editör, adres vb. gibi) listelenmiştir. Devlet İstatistik Enstitüsü’nün (DİE) verilerine dayanarak yapılan bir araştırmada Türkiye’de 1979-1998 yılları arasında yayımlanan kitap ve dergi sayıları incelenmiştir. 1990’lı yıllara dek dergi sayıları 2019’dan 3033’e dek yükselmiş (yaklaşık %50 artış), ancak daha sonra bu rakam giderek düşmüştür.

Türkiye’de çıkan süreli yayınlarla ilgili çalışmalar üç grup altında incelenebilir. İlk grupta genel ve belirli konulardaki (örneğin, tıp) süreli yayınlarla ilgili temel bilgileri listeleyen danışma kaynakları (kataloglar, dizinler, rehberler, sözlükler, vb. gibi) yer almaktadır. İkinci grupta Türkiye’de dergiler ve dergicilik üzerine yayımlanan monografiler, doktora tezleri, sempozyum bildiri kitapları, dergi özel sayıları ve makaleler bulunmaktadır.

Üçüncü grupta ise Türkiye’de yayımlanan spesifik dergilere (örneğin, Resimli Ay, Hayat, Servet-i Fünun, Genç Kalemler) ilişkin olarak üniversitelerde yapılan yüksek lisans tezleri yer almaktadır. Bu çalışmalarda genellikle bir derginin yayımlanan sayılarının içerik analizi yöntemiyle incelendiği görülmektedir. Prof. Dr. Hasan Işın Dener, Nazmi Kozak’ın Türkiye Akademik Dergiler Rehberi adlı çalışmasına yazdığı önsözde “Türkiye’de akademik dergicilik nereden gelip, nereye gidiyor?” sorusunun yanıtının araştırmacılar tarafından merak edilmediğine işaret etmektedir. Dener’in sorusu genelde tüm süreli yayınları kapsayacak biçimde genişletilebilir. Başka bir deyişle ülkemizde gerek genelde gerekse belirli bilim dallarında yayımlanan dergilerle ilgili araştırmalar yok denecek kadar azdır. Zaman zaman tıp, turizm vb. gibi alanlarda bazı tanımlayıcı değerlendirmelere ve tarihsel araştırmalara rastlanmasına karşın, genelde süreli yayınlarla ilgili bibliyometrik araçlarla gerçekleştirilen “global-analitik” çalışmalara pek rastlanmamaktadır. Ancak son birkaç yıl içinde süreli yayın araştırmalarıyla ilgili sevindirici bazı gelişmeler gözlenmektedir. Kozak, yukarıda anılan rehber için derlediği verilere dayanarak, son beş yılda akademik dergilerin önemli sayılabilecek bir gelişme gösterdiğini saptamış ve farklı alanlarda (sağlık, sosyal bilimler ve teknik bilimleri) yayımlanan akademik dergileri çeşitli yönlerden birbiriyle karşılaştırmıştır İlki 28 Mart 2003 tarihinde Ankara’da TÜBİTAK’ın öncülüğünde düzenlenen “Sağlık Bilimlerinde Süreli Yayıncılık” sempozyumlarına sağlık bilimleri alanında yayımlanan dergilerle ilgili çok sayıda bildiri sunulmuştur.

Süreli yayınlarla ilgili çalışmaların sayısının giderek artması ve Prof. Dener’in de vurguladığı gibi “bibliyometristlerin, istatistikçilerin, ekonometristlerin, sosyometristlerin ve diğer akademisyenlerin” süreli yayınlarla ilgili analitik çalışmalara ilgi göstermesi kaçınılmaz gözükmektedir. Ancak süreli yayınlarda yayımlanan makalelerin özelliklerine ilişkin bibliyometrik araştırmalara henüz pek rastlanmamaktadır.

Elektronik süreli yayınlar

e-dergiler, basılı bir derginin elektronik versiyonu olabileceği gibi, sadece elektronik ortamda yayınlanmış da olabilirler. Bu yayınlara serbest erişim sözkonusu olmakla birlikte, ücretli e-dergilere kütüphanelerin erişmelerinde şu yollardan biri ve/veya bir kaçı kullanılabilir:

Doğrudan yayıncısından satın alma.

Yayıncıların hazırladıkları dergi paketlerini sağlama. (Elsevier, Springer, Blackwell gibi)

Yayıncılara hizmet sunan platform sağlayacılarından satın alma.(JSTOR, Project MUSE GİBİ)

Tam metinlere erişim sağlayan veri tabanlarına abonelik.

Görsel-işitsel kaynaklar ve Sözlü tarih çalışmaları

Sözlü tarih, tarihi yazılı belgelere ek olarak yaşayan bireylerin belleğe dayalı anlatıları aracılığıyla yazma ve sıradan insanları, gündelik yaşamı ve öznelliği tarihin araştırma alanına dâhil etme dürtüsüyle şekillenen ve ses kaydetme teknolojilerinin gelişmesiyle de desteklenen disiplinlerarası bir çalışma alanı ve araştırma yöntemidir.

Sözlü tarih, ulusal ses/görüntü arşivi oluşturma ve kullanılabilirliğini artırmaya odaklı araştırma projeleri, eğitim atölyeleri, konferans, seminer, yayın vb. faaliyetlere ağırlık verilerek yapılır. Sözlü tarihin geleneksel biçimi kişisel yaşam öykülerinin saptanmasıdır. Böyle olduğu için kişisel arşivler önem kazanmaya başlamıştır. Ancak zamanla kurum tarihi, olay tarihi, sözlü tarih çalışma konuları arasına girmiştir. Sözlü tarih yaşayan bellektir. Her insanın kendi yaşamına ilişkin varolan ve anlatabilecekleri yaşam öyküleri yüzyılımızın tarihi için değerli bilgiler içerir. Bunlar, değişiklik dönemlerinin, bu değişiklikleri yaşayanların aracılığıyla doğrudan anlatımıdır.

Sözlü tarih bir bilimsel disiplinden çok bir bilimsel yöntemidir. Ancak disiplin olarak tarihe, sosyolojiye yakındır ve antropoloji ile benzerlikler gösterir. Çünkü sözlü tarih çalışması salt bir kayıt faaliyeti değildir. Görüşme hazırlığı, görüşme süreci ve görüşme sonrası 'katılımcı gözlemcilik' tekniklerinin de kullanıldığı bir anlama faaliyetidir.

Sözlü tarihin birincil amacı, bireylerin yaşamöyküsü anlatılarını ses ve/veya görüntü yoluyla kaydederek bir arşiv oluşturmaktır. Bu arşiv, sözlü tarihçinin ilgi alanına bağlı olarak belirli tarihi dönem ve konular üzerine hazırlanacak ürünlerin ana malzemesini oluşturur. Seçilmiş bir birey, aile, topluluk, mahalle veya yöre de sözlü tarihin konusu olabilir. Yakın zamana dek sözlü tarih arşivleri çoğunlukla ses kayıtlarından oluşmakta, bu kayıtlar yazılı metinler üretmek için kullanılmaktaydı. Bugün, yeni teknolojiler multimedya ürünleri yaratmaya imkan sağlarken, postmodernizm tartışmaları bağlamında kimlik, anlatı, bellek ve öznellik gibi konular sosyal bilimin önde gelen çalışma alanlarını oluşturmuş ve bu iki gelişme, sözlü tarihin 2000li yıllarda ivme kazanmasına neden olmuştur. Sözlü tarih için Türkiye, az çalışılmış ve potansiyel olarak çok verimli bir alandır.

Sözlü tarih kaynakları tarihî şiirler, hikâyeler, efsaneler, mitoslar, destanlar, menkıbeler, fıkralar ve atasözleri olmak üzere çeşitlendirilebilir. Fuat Köprülü; tarihi, sadece kronoloji ve biyografiye indirgeyen yaklaşımların tutarsız ve eski olduğunu belirtir. Edebiyat eserlerinin zaman zaman aslî kaynakları aşabileceği kanaatindedir. Fakat bu yararlanma esnasında sağlam bir filoloji kültürü, tenkit yeteneği gerektiğini vurgular.

Türkiye'de bu alanda şimdiye değin yapılan en kapsamlı çalışmalardan biri, Tarih Vakfı’nın şimdiye kadar gerçekleştirdiği en büyük sözlü tarih projesi olan Tarihe Bin Canlı Tanık projesi kapsamında, 70 yaş üzeri 1000 kişi ile yapılan sözlü tarih çalışmasıdır. Bu proje ile toplumun farklı kesimlerinden, kültürel gruplarından ve sektörlerinden belli sayıda kişinin anı ve tanıklıklarının yer alacağı ulusal bir sözlü tarih arşivinin oluşumu amaçlanmaktadır.

Gri yayınlar: Tezler, ticari yayınlar, hizmet içi yayınlar

Bilimsel ve Teknik Raporlar: (AR-GE çalışmalarının raporları). Bilimsel bir enstitünün, araştırma merkezlerinin, yaptıkları araştırma sonuçlarını ya da bu araştırmalarda varılan belli başlı aşamaları özetledikleri raporlardır. Bu raporlar genellikle o kurumun kısaltma adının rapor başına eklenmesi ile diğer tür raporlardan ayırt edilir. Çok kere bir öz, özet veya açıklama ile başlarlar. Sonra bir giriş bölümü gelir, bu bölümü takiben asıl rapor bölümünün yer aldığı o kurumda yapılan iş anlatılır, kullanılan yöntem yada çözüm yolu açıklanır; deneyler yada gözlemlerin sonuçları ortaya konur ve rapor genel bir değerlendirme ile sonuçlanır. Bu türden raporlar, genellikle yayınlanmamış belgeler kategorisine girmektedir. Çünkü genellikle ulusal bibliyografyalarda indekslenmemektedirler. Ayrıca, bu tür raporlar genellikle kitap satıcıları tarafından da satın alınamamaktadırlar.

Yayınlanmamış Belgeler: Teknik yayınların özel türleri arasında andığımız raporların basılmamış olanları, Bilgi Verici Kartlar, Mikro Opak ve Mikro Fiş biçimindeki belgeler, Ön Baskılar (preprints) ve bilimsel konferanslar için hazırlanan bildirilerin basılmamış, daktilo edilmiş sayfalar olarak kalmış olanları, tezler ve özel istekler için yapılmış çeviriler bu tür belgelerin başlıca örneklerindendir. Basılı belgelerle karşılaştırıldıklarında şu özellikleri ortaya çıkar:

Az sayıda hazırlanmışlardır. Titiz bir yayınlayıcı kurumun elinden çıkmadıklarından bibliyografik tanımlarında eksiklikler olabilmektedir. Çok kez ciltli de değillerdir, dağınık sayfalar halinde önümüze gelirler. Bu tür belgeleri toplamak, düzenlemek, kataloglamak ve sınıflandırmak özel yöntemler gerektirir. Son yıllarda bilim ve teknoloji alanında ortaya konulan belgelerin üçte biri bu türdendir.

Yayınlanmamış belge türleri içerisinde en önemli materyaller tezlerdir.

Tezler (Dissertation): Bilimsel bir derece almak için (lisans, yüksek lisans veya doktora) yapılan bilimsel araştırmaya denir.

Teknik Yayınlar: Bu yayınlar, kitap, dergi, gazete gibi herkesin tanıdığı türlerin dışında kalır, dar bir uzmanlar ve ilgililer çerçevesince bilinirler. Aralarında hem yayınlanmış, hem de yayınlanmamış belgeler bulunur. Teknik yayınları genel olarak 4 ana başlık etrafında toplayabiliriz.

Teknik Kataloglar: Bunlara endüstri kataloğu ya da malzeme kataloğu da denir. Bir endüstri dalının yaptığı ürünlerin katalogudurlar veya bir satıcı kuruluşun sattığı malları tanıtırlar. Genel olarak tanıttıkları malların fotoğraflarını, şemalarını verir ve bunlar üzerine açıklama yaparlar. Teknik ürünlerin sadece teknik özelliklerini değil; modellerini, yapılarını, kullanma yöntemlerini de gösteren bu kataloglar aracılığı ile uygulayıcılar/kullanıcılar eldeki araçları inceler, işleri daha akılcı yollardan çözebilme olanaklarını gözden geçirirler. Firmalar, bu tür yayınları ilk elde, reklam amacı ile yapmakta; malların nasıl üretildiği konusunda ayrıntıya gitmemekte, temel teknik bilgileri vermemektedirler. Çünkü bu türden teknik bilgiler, know-how sayıldığından, firmalar için gizli bilgilerdir. Teknik kataloglar, biçim bakımından tek sayfa, broşür, albüm, bülten, kitap ve hatta dizi eser niteliği taşıyabilirler.

TUĞBA KARATEPE



[1] Hülya Dilek Kayaoğlu, Süreli Yayınların Yönetimi, İstanbul: Selenge, 2008; 14.(Süreli yayınlar ile ilgili bilgiler başka kaynak gösterilmemişse, Kayaoğlu’nun kitabından aktarılmış/alıntılanmıştır.)

[2] Türkiye’nin Bilimsel Yayın Haritası: Türkiye’de Dergi Yayıncılığı Üzerine Bibliyometrik Bir Araştırma Proje Yöneticisi:Yaşar Tonta Yardımcı Araştırmacı: Umut Al Hacettepe Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü. 2007; 1–4 vd.