16 Eylül 2011 Cuma

MESUDİYE MEDRESESİ KÜTÜPHANE OLUYOR!!!

DİYARBAKIR-Anadolu'nun ilk üniversitesi olma özelliğini taşıyan, İslami ilimlerin yanı sıra matematik, tıp, kimya, astronomi, fizik, felsefe eğitimin verildiği, Sur ilçesinde tarihi Ulu Cami bitişindeki Artuklu dönemine ait Mesudiye Medresesi, yeniden ihtişamlı günlerine kavuşacak.

Vakıflar Genel Müdürlüğünce restorasyonu yapılan medrese, restorasyonun ardından İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne tahsis edilerek, özgün dokusu korunarak yenilenmiş yüzüyle el yazması kütüphanesine dönüştürülecek. Kütüphanede yaklaşık 2 bin el yazması eser, 2 katlı medresede sergilenerek, araştırmacıların hizmetine sunulacak.

EL YAZMASI ESERLER

Diyarbakır Vakıflar Bölge Müdürü Metin Evsen, Seyfuddin Amidi gibi büyük İslam filozoflarının yetiştiği, pozitif ilimlerin okutulduğu Mesudiye Medresesi'nin kent kimliğinin önemli unsurlarından biri olduğunu söyledi.

''Medrese, Diyarbakır tarihinde en değerli eserlerimizden biri'' diyen Evsen, İslam tarihinde önemli isimlerin buradan mezun olduğunun bilindiğini, Cumhuriyet tarihine kadar da medrese geleneğinin devam ettiğini ifade etti.

Evsen, tarihi Ulu Cami ile medrese restorasyonunu eş zamanlı olarak devam ettirdiklerini, restorasyonun ardından burada el yazması eserlerin sergileneceğini bildirdi.

KÜTÜPHANE OLACAK

Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. İrfan Yıldız da sanat tarihçi olarak restorasyonu yapan yüklenici firmaya katkıda bulunduğunu ifade ederek, Artukoğulları tarafından 1198'de yapımına başlanan Mesudiye Medresesi'nin 1223 yılında tamamlandığını söyledi.

Anadolu'nun ilk açık avlulu medreselerinden biri olduğunu, açık avlulu medrese olarak yapılmasının temel nedeninin avlunun ortasında bir havuz bulunduğunu, burada da akşamları gökyüzünün izlenerek astronomi biliminin icra edildiğini anlatan Yıldız, ''Bu yapılarda revaklarda bulunan mihrabın iki yanında yer alan sütunların dönme özelliği vardır. Bu sütunlar yapıda herhangi bir kayma deprem veya zemin kayması gibi durumu haber veriyor. Bu da Artuklu'da mimarinin ne kadar geliştiğinin göstergesidir'' dedi.

-MESUDİYE MEDRESESİ-

Ulu Cami'ye bitişik olan Mesudiye Medresesi'nin inşasına, üzerindeki kitabeye göre 1198 yılında, Artuklu Melikül Mesut Kutbuddin Ebu Muzaffer Sökmen zamanında başlandı. Kesme taştan iki katlı olarak yapılan, motif ve kitabeleriyle dikkati çeken medrese, taş işçiliğinin en güzel örneklerinden biri olarak biliniyor.

kaynak:http://www.diyarbakirsoz.com/haber-53914-mesud%C4%B0ye-kutuphane-oluyor

15 Eylül 2011 Perşembe

KİTAPLAR ÜZERİNDEKİ YASAKLAR KALKIYOR!!!

1980 yılında sıkı yönetmin döneminde yasaklanan, toplatılan bir daha basılması, okunması yasa olan 23 bin kitaplar için yasal düzenleme üzerinde çalışılmaktadır. Dile kolay ama tam bir kütüphane dolu kitap yasaklanmış bu demek oluyor ki o zamanlar bu kadar kitabın yasaklanması kitap okumak isteyen Türk halkına ve gencine vurulmuş bir neşterdir. çünkü istediği kitabı okuyamayan bir kendini nasıl hisseder acaba...
Bu kitapların üzerinde bulunan yasakların kalkması ile piyasaya tekrar 23 bin kitap girmiş olacaktır... Bu ayıptan Türkiyenin acilen kurtulması gerekmektedir... Bu kitaplar tahminimce sudan bahanelerle yasaklanmıştır...
Okumanın asla sınırı olmamalıdır...

(O ÖZEN)

14 Eylül 2011 Çarşamba

ÇÖPTEN "TARİH" ÇIKTI !!!

Konya’da, 200-300 yıllık olduğu tahmin edilen 15 kitap, seyyar satıcı tarafından çöplükte bulunarak Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesine teslim edildi.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Konya’da seyyar satıcılık yaparak geçimini sağlayan 41 yaşındaki Mehmet Çelik, evine giderken merkez Meram ilçesi Pirebi Mahallesi’ndeki bir çöplükte ilkokul ders kitapları olduğunu fark etti.

Kitapları geri dönüşüm firmalarına satmak için toplamaya başlayan Çelik, kitapların arasında Osmanlıca yazılmış, yaprakları yıpranmış, çok eski kitaplar olduğunu gördü.

Çelik, bunun üzerine, değerli olabileceğini düşünerek, kitapları Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi’ne getirdi.

200-300 yıllık olduğu belirlenen, biri el yazması 15 kitap, yetkililer tarafından teslim alındı.

Mehmet Çelik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, daha önce de çöplükten ilkokul ders kitapları bulduğunu, bu kitapları toplayarak geri dönüşüm firmalarına sattığını söyledi.

Bu defa da çöplükte gördüğü kitapları satmak için toplamayı düşündüğünü ifade eden Çelik, “İlkokul kitaplarını toplarken aralarında Osmanlıca yazılmış, yıpranmış eski kitaplar olduğunu fark ettim. Bu tarihi kitapları kütüphaneye getirdim. Yetkililer bana bu davranışımdan dolayı teşekkür etti. Çöplükte bulduğum ilkokul kitaplarını da kalender olduğum için ’ek gelir olsun’ diye sattım” diye konuştu.
Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Bekir Şahin ise Konya’nın tarihi geçmişi, kültürel derinliği olan bir il olduğunu söyledi.

Zaman zaman tarihi kitapların bilinçli vatandaşlar tarafından bulunarak kütüphaneye getirildiğini ifade eden Şahin, şunları kaydetti: “Son olarak yine bir vatandaş, çöpten bulduğunu ifade ettiği 15 adet tarihi kitabı kütüphanemize getirdi. Bu kitaplardan 14 tanesi nadir matbu denilen değerli eser, 1 tanesi de yazma eser. Kitaplardan biri bizde olmayan bir eser, bir başkası ise örneği başka bulunmayan bir kitap. Diğerleri bizde var ama tarihi eser diyebileceğimiz nitelikteki kitaplar bunlar. Bu kitapların hepsinin ayrı değeri var. Yazma eserlerin hiçbirisi birbirine benzemez. Bunların hepsi orijinal eserler. Yazma eserin 300 yıllık olduğunu düşünüyoruz. Diğerleri ise 150-200 yıllık eserler. Bunlar bizim kültürümüzün 1. derece kaynakları. Tabii insanlarımız gün geçtikçe daha bilinçli hale geliyor ancak halen bu eserlerimizin kıymeti tam olarak anlaşılmış değil.” “Bu eserler çöpe atacağımız değil evimizin en güzel köşesinde muhafaza edeceğimiz eserler” diyen Şahin, tarih, dil ve dinle ilgili tarihi kitapların bakım ve tamirleri yapıldıktan sonra okuyucuların hizmetine sunulacağını bildirdi.

Şahin, kütüphanelerine kitapların satın alma ve bağış yoluyla geldiğini belirterek, “Mehmet Çelik ile ilgili olay henüz yeni. Kitapları kütüphanemize satmak isterse oluşturulacak komisyon tarafından fiyatları belirlenerek satın alınacak. Bağış yapmak isterse de kitapları bağış olarak alacağız” dedi.

Kaynaklar:

http://gundem.milliyet.com.tr/coplukten-tarih-cikti/gundem/gundemdetay/11.09.2011/1437182/default.htm

http://www.gercekgundem.com/?p=400982

Fotoğraf: http://www.loadtr.com/377044-%C3%A7ok_eski_kitap_resimleri.htmhttp://feeds.feedburner.com/%7Er/bbyhaber/%7E4/UlDNqRb5Rt4?utm_source=feedburner&utm_medium=email

3 Temmuz 2011 Pazar

İSTANBUL KİTAP FUARI 30 YAŞINDA

http://media2.ntvmsnbc.com/j/NTVMSNBC/Components/ArtAndPhoto-Fronts/Sections-StoryLevel/K%C3%BClt%C3%BCr%20Sanat/Edebiyat/110616istanbuLkitapfuar%C4%B1.widec.jpg12-20 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek olan ve 30. yılını kutlamaya hazırlanan İstanbul Kitap Fuarı'nın bu yıl 'Onur Konuğu' Ferit Edgü, teması ise Umut: Düş mü? Gerçek mi?

İSTANBUL - TÜYAP bundan 30 yıl önce 1982 yılının kasım ayında 28 yayınevinin katıldığı ilk kitap fuarından bugüne milyonlarca okuru, yazarı, yayıncıyı, şairi, editörü, araştırmacıyı, çevirmeni akademisyeni ve yayıncılık sektörünün tüm renklerini ağırlamanın mutluluğunu yaşıyor. İstanbul Kitap Fuarı, otuzuncu yılında “uluslararası” yurt içi ihtisas fuarı olmayı hak ederek kapılarını açmaya hazırlanıyor.

30. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, 12-15 Kasım tarihleri arasında açık kalacak “Uluslararası Salon” bünyesinde 30’un üzerinde ülkeden yayınevi, telif ajansı ve ulusal katılıma ev sahipliği yapacak. Dört gün süresince uluslararası salon kapsamında sektörel ve profesyonel 35 etkinlik gerçekleştirilecektir.

Onur Yazarı Ferit Edgü
Kitap Fuarları Danışma Kurulu tarafından alınan kararla yazar Sayın Ferit Edgü 30. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı “Onur Yazarı” olarak belirlenmiştir. Fuar süresince Ferit Edgü’nün eserleri ve yazın hayatı üzerine söyleşi, panel gibi çeşitli etkinlikler düzenlenecek; çalışmalarından ve yaşamından kesitlerden oluşan özel bir sergi kitapseverlerle buluşacaktır.

Bu sene Kitap Fuarı’nın teması ise, İstanbul Kitap Fuarı Danışma Kurulu tarafından “Umut: Düş mü? Gerçek mi?” olarak belirlendi. İstanbul Kitap Fuarı, 30. yılında umuda çağrı yaparak bu tema çerçevesinde yurt dışından çok değerli yazarları konuk etmeye hazırlanıyor.

Fuar Saatleri Değişti
30. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı hafta içi günlerde öğrenci ve okulların fuarı daha rahat ziyaret edebilmeleri için kapılarını bir saat erken açacak. Kitap fuarı, hafta içi 10.00-19.00 saatleri arasında, hafta sonu ise geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi 11.00-20.00 saatlerinde ziyaret edilebilir. İstanbul Kitap Fuarı, kapanış günü olan 20 Kasım 2011 Pazar akşamı ise 19.00’da sona erecektir.

Yurt içi ve yurt dışından 600’e yakın yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla düzenlenecek 30. İstanbul Kitap Fuarı, 21. İstanbul Sanat Fuarı-ARTİST 2011 ile eş zamanlı gerçekleştirilecektir.

Kaynak: ntvmsnbc

Güncelleme: 12.14 TSİ 16 Haziran. 2011 Perşembe

SULTAN ABDÜLHAMİD HAN'IN BİZE GETİRDİKLERİ !

‎*İlk defa elektriği,gazı getiren,ilk modern eczanemizi açtıran,

*İlk kez otomobili getiren,5 bin km karayolunu yaptıran,

*Dünyanın ilk metrolarından birini Karaköy-Taksim arasına yaptıran,atlı ve elektrikli tramvaylar kuran,...

*Kudüs-Yafa,Ankara-İstanbul ve Hicaz demiryollarını yaptıran (Haydarpaşa İstasyonunu da tabi)

*İstanbul'un binlerce fotoğrafını çektiren,Arkeoloji Müzeciliğini başlatan,

*Chicoga'daki turizm fuarını ülkemize ilk kez sokan,

*Kuduz aşısının bulunmasından sonra ülkemizin ilk kuduz hastanesini (İst.Darü'l-Kelb) açtıran,

*Polisiye romanların ülkemize girişini sağlayan (14 yıl içinde basılan 4000 kitaptan 200 kadarı dinle ilgili idi.)

*Okullara (Hristiyan okulları dahil) gönderdiği emirde Türkçe'nin öğretilmesini isteyen,Azerbaycan okullarında Türkçe yasağını kaldıran,Paris'te İslam Külliyesi kuran,

*Teselya savaşı sürerken saraylı hanımlara askerler için çamaşır diktirende,,hastaneleri ziyaret edip hastaların ihtiyaçlarını soranda,hastanenin bahesinde bile hastalara hizmet ettirtende,

*Midilli Adası'nı eşi Fatma Pesend Hanım'ın şahsi mülkünden ısrarla verdiği para ile Fransızlardan geri alan

*Israrla yerli kumaş giyen,Hereke bez fabrikası ve Feshaneyi kuran,

*Ziraat Bankasını kuran,Ticaret,Sanayi ve Ziraat Odalarını açtıran,

*Yıldız Çini fabrikasını,Beykoz ve Kağıthane kağıt fabrikalarını,

*Toplu sünnet merasimlerini yaptırıp her bir çocuğa çeyrek altın gönderen bu yüzden yaz aylarında toplu sünnetleri moda eden,

*Mezuniyet törenlerinde öğrencilere hediye kitap gönderen,

*Yoksul halkına kendi cebinden ödeyerek kömür dağıtan,

*Ermeni Onnik'in mektubu üzerine kendi parasından takma bacak yaptırtan,

*Biriktirdiği parasından bir kısmını her sene borç yüzünden hapse düşenleri kurtarmaya tahsis eden,

*Modern matbaa makinelerini Türkiye'ye getiren,ücretsiz kitap dağıttıran,6 bin kitabın çevrilmesini sağlayan,Beyazıt kütüphanesini kurup 30 bin kitap bağışlayan (10 bini el yazmasıdır.)

*Yabancı bilim adamı ve yazarlara Nişanlar veren,

*Her yıl 30 bin saksı alıp çiçek ektiren,

*Bizim Hekimbaşı çöğlüğü dediğimiz yerde gül yetiştiriciliği yaptıran da(Isparta'daki gül yetiştiriciliğide O'nun öncülüğünde başlamıştır.)

*Türkiye'nin bir çok yerinde saat kuleleri yaptıranda O'dur! (İzmir,Dolmabahçe...)

*Hindistan,Cava,Afganistan,Çin ,Malezya,Endonezya,Açe,Zengiba r,Orta Asya ve Japonya'ya elçiler ve din adamları gönderen,

*Latin Amerika ülkeleri ile diplomasiyi başlatan,

*Yalova Termal Kaplıcaları'nı kurduran,Terkos'un sularını İstanbul'a taşıtan,Bursa'nın bir köyünde bile çeşme yaptırabilen O'dur(Sadece İstanbul'a 40 çeşme yaptırmıştır.)*Sarayında yaptırdığı tiyatroda oyunlar ve opera izleyen,

*Sarayda müzik okulu kurduran,çocuklarına piyano çaldırtan,hatta sarayda kızlar bandosu oluşturan,

*Kendi elleri ile yaptığı marangozluk eşyalarını hediye etmeyi seven,

*Kendisine yapılan bombalı suikastde 26 kişinin ölmesine,58 kişinin yaralanmasına rağmen Ermeni katili affedip Avrupa'da hafiyelik yapmaya gönderen de O'dur.

*Doğu Türkistan'a gönderdiği askeri yardım ile Çinlilere karşı onları örgütleyen,Çin'in göbeği Pekin'de Hamidiye Üniversitesini kurdurtan da,

*Beş vakit namazını aksatmadan kılan,hiçbir evrakı abdestsiz imzalamayan hatta yere bile basamayan(yatağının dibinde teyemmüm tuğlası bulunduruyordu.)

*Yeni gemiler alan,toplar(Çanakkale Savaşı'mızdaki çoğu top),tüfekler getirten,

*Telefonu Avrupa'dan 5 yıl sonra ülkemize getiren de O'dur!

*Kiliselere,sinagoglara yardım eden,hatta Vatikan'da kilise yapılmasına bile yardım eden,

*Peygamberimize,dinimize veya Osmanlı'ya karşı hakaret içeren oyunları kaldırtan (Bir piyes için bile Alman İmparatorunu devreye sokmuştur.)

*Abd'nin Erzurum'da konsolosluk açmasını reddeden,İzmir limanına izinsiz girmeye kalkan ABD savaş gemisini top ateşine tutturan,

*İstanbul Boğazı için iki köprü projesi çizdiren (bir tanesi bugün ki F.S.M Köprüsü'nün bulunduğu mevkidedir.),

*Darülaceze yaptırıp içine sinagog,kilise ve cami koyduran,

*Çocuk hastanesi (Şişli Etfal Hastanesi) açtıran,

*Kendisine "'ın belası" diyen Namık Kemal'i Rodos ve Sakız Adası valiliklerine atayan,parasını cebinden ödediği yerde kabir yaptırtan,

*Posta ve Telgraf Teşkilatı'nı kurduran (Sirkeci Büyük Postane binası...)

*Abdülhamit ve Abdülmecid (dünyanın ilk torpido atan denizlatısı) adında denizaltılamızı Taşkızak tersanesinde yaptırtan da (üstelik kendi cebinden)

*İlkokulu zorunlu tutan (kız ve erkeklere),ilk kız okullarını açtıran,15 tane okulda karma eğitime ilk defa geçen,

*Öğretmen yetiştirmek için okullar yaptıran (32 tane),

*Cami yaptırdığı her köyde birde ilkokul yaptıran,okuma yazma oranını 5 kat arttıran,

*Orta okul (Rüşdiye) sayısı 619'a çıktı,Fransıza dersleri konuldu,

*Lise eğitimi için İdadiler açan (109 tane),

*İstanbul'da Darülfünun'u açan,dünyanın ilk Dişcilik okulunu kuran,

*Ayrıca;Deniz Mühendis Okulu ,Askeri Tıp Okulu (GATA'nın atası) , Kuleli Askeri Okulu, Mekteb-i Mülkiye(Siyasal Bilgiler Fakültesi), Mekteb-i Harbiyeler (Harp Okulları),Askeri Baytar Okulu,Kurmay Okulu,Mekteb-i Tıbbıye-i (Marmara Ünv. Tıp Fak.),Mekteb-i Hukuk,Ziraat ve Baytar Mektebi,Hendese-i Mülkiye (Yüksek Mühendis Okulu),Daarül Muallim-i Adliye (Yüksek Adalet Okulu),Maliye-i Mekteb-i Ali (Yüksek Ticaret Okulu),Ticaret-i Bahriye (Deniz Ticaret Okulu),Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Fak.),Hamidiye Ticaret Mektebi (İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi),Aşiret Mektebi (Osmanlılık fikrini yaymak için),Dilsiz ve Ama Okulu,Bağcılık ve Aşcılık Okulu,Orman ve Madencilik Okulu,Polis Okulu,O'nun tarafından kurulmuştur...

kaynak:http://www.facebook.com/SanliOsmanliDevletii

1 Temmuz 2011 Cuma

VATİKAN ARŞİVLERİNDE BİR ÇELEBİ

Vatikan arşivlerinde bir ÇelebiEvliya Çelebi’nin Vatikan arşivlerinde keşfedilen Nil haritası, 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi’nde daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan bilgi ve belgelerle gündeme taşınıyor.

Evliya Çelebi’nin seyahat notlarına dayanan ve Çelebi’nin gözetiminde yapıldığı tarihi belgelerle kesinlik kazanan Nil Haritası, 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi’nin 12. sayısına konu oldu. Evliya Çelebi’nin belgesel izi sayılabilecek harita, bugün Vatikan Kütüphanesi arşivlerinde bulunuyor ve Çelebi’ye ait Seyahatname’den sonra en önemli belge olarak kabul ediliyor. Daha önce hiçbir yerde yayınlanmayan bilgi ve belgeleri gün yüzüne çıkaran dosya, Evliya Çelebi’nin Belgesel İzleri başlığıyla Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nuran Tezcan tarafından kaleme alındı. Dr. Tezcan, Chicago Üniversitesi öğretim görevlisi Robert Dankoff ile beraber Vatikan arşivlerine giren ve haritayı gün yüzene çıkaran önemli bir bilim insanı. Evliya Çelebi 1672-73’te Nil yolculuğuna çıkar. Amacı Nil’in kaynağını görmektir. Nil’in Kuzey kolları üzerinde Kahire’den İskenderiye ve Reşid’e daha sonra Dimyat’a gider. Tekrar Kahire’den yola çıkarak Nil’in kaynağı olan Cebel-i Kamer’e doğru Güney yönünde Nil’in sahillerini gezer. Sudan ortalarına kadar inen Evliya, Nil’e 32 konak yaklaştığını, fakat vahşi doğa ve barbar kavimler yüzünden daha ileriye gidemediğini ifade eder. Evliya Çelebi yolculuğunda harita ile seyahat ilişkisinin önemini kavramıştır. Daha önce coğrafyacıların Sudan tarafına sıcaktan ulaşamadığını, bu bölgenin bilinmediğini, dolayısıyla kendisinin üstadı Nakkaş Hükmizâde Alî Beg’den öğrendiği üzere seyahati esnasında resmetmiş olduğu kaleleri, şehirleri, nehir, dağ ve gölleri, Nil ve Fûncistân seyahatini tamamlandıktan sonra, Papamunta -resimli ilk dünya haritası Mappamundi- gibi haritada göstermek amacındadır. Ve bunun mevcut coğrafya eserlerine ve haritalarına bir ek olacağını da bildirir. Bugün Vatikan’da Biblioteca Apostolica’da Evliya Çelebi’nin seyahat notlarına dayanan Nil haritası, onun seyahatinin sonunda bu projeyi gerçekleştirmiş olduğunu gösteriyor.

Kaynak: STAR SANAT

27 Mayıs 2011 Cuma

400 yıllık Sultanahmet’in sırrı

Atık sular nereye gidiyor?
26 Mayıs 2011 Perşembe, 14:18:55

Sultanahmet Camii’nin yapıldığı 1609 yılından bu yana gizemli bir sır taşıdığı ortaya çıktı. Sultanahmet Camii’ndeki şadırvanlarda musluklardan akan sularla yağmur sularının nasıl tahliye edildiği belirlenemedi. Yeraltının röntgeni çekilecek.
GAZETE HABERTÜRK /
SULTAN UÇAR
402 yıllık tarihi caminin inanılmaz sırrı, restorasyon ihalesiyle ortaya çıktı. Sultanahmet Camii’nin özellikle denize bakan güney cephesinde son dönemde ortaya çıkan nem nedeniyle Vakıflar Genel Müdürlüğü, kapsamlı bir restorasyon kararı aldı. Restorasyon projesi için açılan ihaleyi 350 bin TL’ye mimar Feyhan İnkaya kazandı. Büyük restorasyon öncesi Sultanahmet Camii’nde santim santim bir planlama çalışması başlatıldı.
23 BİN ÇİNİ VARMIŞ Bu çalışmada
Sultanahmet Camii’nin hem şadırvan hem de yağmur sularının gittiği atık su kanallarına ulaşılamadı. Yardım istenen İSKİ de bu kanalları bulamadı. Vakıflar Genel Müdürü Dr. Adnan Ertem, HABERTÜRK’e şunları söyledi:
“Drenaj kanallarının nasıl yapıldığı, ne kadarlık alanı kapsadığı ilk kez tespit edilecek. Sonuçlara göre; çalışma yönlendirilecek, rutubet önlenecek.” Ünlü çiniler de ilk kez tek tek sayıldı, 20 bin olarak bilinen sayının 23 bin olduğu saptandı.
ARAZİ İŞGAL EDİLMİŞ Projeyi hazırlayan İM Mimarlık’tan Feyhan İnkaya, ilk etapta neler yapacaklarını anlattı:
“Komplekste daha önce, yapılmadan önce yıkılmış sultan veya vezir sarayları var. Röntgenle kalıntıları, toprak altına gönderilen ışınlarla çekeceğiz. Bazı alanlarda çökme olmuş. Şu an üzerinde büyük binalar olan bazı yerler aslında külliye binalarından arsaya dönüştürülmüş. Fırın, mutfak ve imareti şu anda Marmara Üniversitesi’nin rektörlük binasının altında kalmış. Böyle bir külliyenin pis su ve tuvalet giderleri vardır. Şu anda orijinal tuvaletler yok ve yerini arıyoruz.”
HARCINDA DEVE KUŞU YUMURTASI VAROsmanlı ile Bizans mimarisinin 200 yıllık sentezinin zirvesini oluşturan Sultanahmet Camii, 1609’da I. Ahmed tarafından, Mimar Sinan’ın öğrencisi Sedefkâr Mehmet Ağa’ya yaptırıldı. Mavi çinileri nedeniyle “Mavi Cami (Blue Mosque)” olarak da biliniyor. Külliyesiyle, İstanbul’daki en büyük yapılardan.
İbadethane 64 x 72 metreye 43 metre yüksekliğinde. Merkezi kubbenin çapı 23.5 metre. Sultanahmet Camii’nin harcında örümcek ve haşerelerin kokusunu sevmediği deve kuşu yumurtası kullanıldığı biliniyor.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Dünyanın gözde kenti keşfedilmeyi bekliyor!

Nuh’un Gemisi’nden izler taşıdığı bildirilen Ağrı Dağı, adını verdiği kente birlikte Doğu Anadolu Bölgesinin cazibe merkezleri arasında yer alıyor.

12:08 | 24 Şubat 2011

Dünyanın gözde kenti keşfedilmeyi bekliyor!

Kutsal kitaplarda adının geçmesi nedeniyle dünyaca bilinen ve Nuh’un Gemisi’nden izler taşıdığı bildirilen Ağrı Dağı, adını verdiği kente birlikte Doğu Anadolu Bölgesinin cazibe merkezleri arasında yer alıyor.


Doğu Anadolu Bölgesi’nde önemli kültürel ve doğal güzellikleri barındıran Ağrı, ismini aldığı dağın yanı sıra görkemli İshak Paşa Sarayı ve Ahmed-i Hani Türbesi ile inanç, doğa, kültür ve termal turizmi açısından büyük öneme sahip bir çok mekana ev sahipliği yapıyor.

Bir doğa harikası olarak görülen 5137 metre yüksekliğindeki heybetli Ağrı Dağı’nın, kutsal kitaplarda yer alan Nuh Tufanı’ndan sonra Nuh’un Gemisi’ne de ev sahipliği yaptığına inanılıyor. Her mevsim farklı bir güzellik sunun dağ, bugüne kadar bir çok efsaneye de konu oldu.

Zirvesinde erimeyen buzullar ve çevresinden eksik olmayan bulut kümeleriyle muhteşem bir görüntü sergileyen Ağrı Dağı, dağcıların da vazgeçilmez zirveleri arasında bulunuyor.

Temmuz, ağustos ve eylül ayının en uygun tırmanış dönemi olduğu Ağrı Dağı, tehlikeli olmasına rağmen kış ayların da dağ tutkunlarını ağırlıyor. Dağın karşısındaki Telçeker ile Üzengil köyleri arasında görülen gemi biçimindeki şekil de bir çok kesim tarafından Nuh’un Gemisi olarak kabul ediliyor.

İSHAK PAŞA SARAYI

Doğubayazıt ilçesine 5 kilometre uzaklıkta, kayalıklar üzerine kurulu, adeta bir kartal yuvasını andıran İshak Paşa Sarayı, dünyanın kalorifer
tesisatının döşendiği ilk yapı olarak büyük ilgi görüyor.

Doğubayazıt Sancak Beyi Çolak Abdi tarafından 1685’te inşa ettirilen ve yapımı 99 yıl süren 116 odalı yapı, Topkapı Sarayı’ndan sonra son dönemde yaptırılan en ünlü saraylardan biri olarak biliniyor.

Rivayete göre, bölgenin en iyi mimarlarını toplayan Doğubayazıt sancak beyi Çolak Abdi Paşa, "Öyle bir saray istiyorum ki doğudan batıya her medeniyet anlatsın. Kuzeyden, güneye her düşman kıskansın. Yeryüzünde tek olsun, ilk olsun. Hiçbir taarruzda fethedilmesin. Ancak kızım Ağrı Dağı’ndan korkar. Dağı görmeyen bir yerde olsun" emrini vermesiyle yapımına başlanan sarayın 99 yıl sonra tamamlandığı biliniyor.

Dünyanın ilk kalorifer sistemiyle inşa edildiği bildirilen saray, son dönemde yapılan restorasyonla yeni bir imaja kavuşarak dünyanın dört bir yanından konuklarını ağırlıyor.

AHMED-İ HANİ TÜRBESİ

1651 yılında Hakkari’nin Han köyünde doğan ve ölüm tarihi kesin olarak bilinmeyen Ahmed-i Hani ye ait bir türbe, bölgenin inanç turizmi noktasında en önemli duraklarından biri. Doğubayazıt’a 8 kilometre mesafedeki türbe, İshak Paşa Sarayı’nın üst kısmında yer alıyor. Ünlü "Mem-u Zin" adlı eserin yazarı olan Ahmed-i Hani, bu eserinde Emir


Zeyneddin’in güzellikleriyle dillere destan olan Zin ve Sili adlı iki kız kardeşin, Memo ve Taceddin adındaki iki gençle olan aşklarını kaleme aldığı şiir ile anlatır. Aynı adla sinemaya da uyarlanan eser, Ahmed-i Hani’nin bilgin ve edebiyatçı kişiliğini yansıtır.

METEOR ÇUKURU

1982 yılında bir gök taşının arazi üzerine düşerek meydana getirdiği bir çukurdur. Alaska’dan sonra büyüklük bakımından dünyanın ikinci en büyük meteor çukuru olarak bilinen alan, doğa turizminin cazibe merkezlerinden biri olarak ilgi çekiyor.

Gök taşının çarpması ile oluşan 60 metre derinliğindeki meteor çukuru, aradan geçen zaman diliminde rüzgar, kar ve yağmurların taşıdığı kumlarla dolarken, derinliği yıllar içinde giderek azaldı. Bölgeye gelen turistlerin de büyük ilgi gösterdiği meteor çukuru önceden 60 metre derinliğe sahipken, şu andaki derinlik seviyesi 35 metreye kadar düştü.

Doğubayazıt ilçesindeki Gürbulak Gümrük Kapısı’na 2 kilometre uzaklıktaki meteor çukurunun ilk görünümünü kaybetmemesi için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın proje hazırlamaya başladığı öğrenildi.

BALIK GÖLÜ

Doğubayazıt’ın 60 kilometre kuzeybatısında yer alan Balık Gölü, Taşlıçay ilçesine de 28 kilometre mesafede yer alıyor. 2 bin 250 yükseklikteki konumuyla Türkiye’nin en yüksek rakımlı gölü olan Balık Gölü, çevresindeki dağlardan gelen küçük dereler ve kıyıdaki pınarlar ile yer altı sularıyla besleniyor. 34 kilometrekarelik yüzölçümü ve 100 metrelik derinliğe sahip olan gölün kuzey tarafında, üzerinde tarihi kalıntıların da bulunduğu 4 dekar büyüklüğünde bir ada bulunmaktadır.

Bu ada üzerinde kuluçkaya yatan kadife ördek popülasyonuyla göl, Türkiye’nin en önemli 100 kuş alanından biri olarak kabul edilir. Ancak balık gölünün bölgedeki asıl ünü kırmızı benekli alabalıktan kaynaklanır. Fakat tamamen doğal bir ortamda yetişen bu balığın sofralara gelişi o kadar kolay olmamaktadır.

Çünkü göl kış aylarında metrelerce kalınlıkta buz tabakasıyla kaplanır. Balıkçılar işte bu kalın buzda açtıkları deliklerden balık avlayabilirler.

DİYADİN KAPLICALARI

Doğu Anadolu Bölgesi’nde termal turizmin gözbebeği olan kaplıcalar Diyadin ilçe merkezine 5 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Murat Nehri’nin doğu kıyısında bulunan kaplıcalar, içeriğindeki kalsiyum, sülfür, karbondioksit, magnezyum, kükürt, bikarbonat ve demir ile bir çok hastalığın tedavisinde şifa veriyor.

Cilt hastalığı, sinir buhranları, mide-bağırsak ve böbrek rahatsızlıkları, kadın hastalıkları, solunum yolu rahatsızlığı ve özellikle
romatizma, siyatik gibi hastalıklar için şifa kaynağı olan Diyadin kaplıcaları, özel bir şirket tarafından işletiliyor.

kaynak: milliyet gazetesi

110 yıllık Bursa Hatırası



Osmanlı'nın dibacesi Bursa'yı bir asır önceki haliyle ve bir gönül ehlinin gözüyle gezmek ister misiniz? Cevabınız evetse, bir müjdemiz var: Hüseyin Vassaf'ın 'Bursa Hatırası' adını taşıyan seyahatnamesi, 110 yıl sonra gün yüzüne çıktı.

Hüseyin Vassaf, özellikle tasavvuf tarihi alanında kültür dünyamızda iz bırakmış önemli bir isim. Bir nevi sufiler ansiklopedisi mahiyetindeki beş ciltlik 'Sefine-i Evliya'sı başlı başına bir hazine. Kendisi de önemli şahsiyetlerden feyz alarak yetişmiş bir mutasavvıf. Kasımpaşa Uşşaki Tekkesi şeyhi. Aynı zamanda Mülkiyeli. Rüsûmât Baş Müdürlüğü'nde bulunmuş. 1929 yılında 57 yaşında vefât eden Vassaf, 1901 yılında 19 gün süren Bursa seyahatini neredeyse dakika dakika kayda geçirmiş. 'Bursa Hatırası', Süheyl Ünver'in "Karışmasın ve karıştırılmasın, devletimizi yeniden kurtarmağa ve yükseltmeğe kadır bir manevî yer." dediği Bursa'yı, bir asır önceki haliyle ve münevver bir tasavvuf erbabının gönlüyle gezmeye imkân tanıyor. Vassaf'ın huzur-ı Emir Sultan kuddise sırrühü'l-Mennan'da, Türbe-i Pâk-i İsmail Hakkı'da, Türbe-i Hazreti Üftade'de, Ulucami-i Şerifi'nde gördüklerini ve hissettiklerini okumak insanı o günlere götürüyor.

Dursun Gürlek'in tevafuk eseri sahaflarda rastgeldiği elyazması kitap, Mustafa Kara ve Bilal Kemikli tarafından yeni yazıya aktarıldı ve Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından yayımlandı. Belediye'nin, Bursa Kitaplığı'na "Bursa Hatırası" ile birlikte "Bursa Hazireleri", "1986 Baharında Bursa", "Osmanlı'dan Günümüze Bursa'da Spor", "Süheyl Ünver'in Bursa Defterleri", "Kukla ve Gölge Tiyatrosu" adlı kitapları eklediğini de hatırlatalım.

kaynak: zaman gazetesi KÜLTÜR-SANAT - 06.04.2011


Süleymaniye Doğumevi kütüphane oluyor



İstanbul'un tarihî Süleymaniye semtinde bugünlerde sessiz sedasız bir değişim yaşanıyor. Süleymaniye Camii'nin restorasyonundan sonra şimdi de tarihî Süleymaniye Doğumevi ile Darü'ş-Şifa binası restore ediliyor.

Her iki mekân da restorasyonu tamamlandıktan sonra Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi bünyesine katılacak. Böylece, yıllardır yer darlığı yüzünden gerektiği gibi hizmet veremeyen Türkiye'nin en büyük yazma eserler kütüphanesi, büyük imkânlara sahip olacak. Raflarında toplam 75 bin 904 cilt yazma eser bulunan Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi, önümüzdeki günlerde iki tarihî mekânın bünyesine katılmasıyla büyük bir külliye haline gelecek.

Süleymaniye Doğumevi olarak bilinen Eski Tıp Medresesi ve Darü'ş-Şifa'nın Süleymaniye Kütüphanesi'ne tahsisi ile birlikte kütüphane yeni birimler de ihdas edilerek dünya standartlarında hizmet vermeye başlayacak. Darü'ş-Şifa'da modern bir kitap teşhir merkezinin yanı sıra konferans salonu, çeşitli bilim dallarıyla ilgili uzman odaları ve Kitap Sanatları Enstitüsü oluşturulacak. Eski Tıp Medresesi (Süleymaniye Doğumevi) ise teknik servislerin bulunduğu birim ve Dijital Arşiv Merkezi olarak kullanılacak. Darü'ş-Şifa'nın restorasyon çalışmaları son aşamaya geldi. Eski Tıp Medresesi'nin restore edilmesi ile ilgili proje ise önümüzdeki günlerde uygulamaya konulacak. Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi Müdürü Emir Eş, "Süleymaniye Kütüphanesi'ne tahsis edilecek mekânların hizmete girmesi ile külliye tam bir bilgi ve araştırma merkezi haline gelerek, kütüphanemiz Türkiye ve dünyada hak ettiği kıymeti haiz olacak." diyor.

Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesi'nde bulunan bütün eserler, 2010 yılı itibarıyla dijital ortama aktarılmış bulunuyor. Okuyucu ve araştırmacılara 'Yordam Kütüphane Otomasyon Programı' aracılığıyla tam metin erişim hizmeti verdiklerini söyleyen Emir Eş, "Ülkemizde çeşitli kurumlar, ellerinde bulunan yazma eserlerin tamiri konusunda kurumumuzdan yardım beklemekte ancak mevcut personellerimizin sayısı, değil bu eserlerin; kendi kitaplarımızın beklediği hizmeti vermeye bile yetmiyor." dedi.

Yazma eserler tek çatı altında

Türkiye'deki tüm yazma eserler kütüphaneleri, tek çatı altında toplanıyor. Resmi Gazete'de yayımlanan Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı'nın kurulmasıyla ilgili yasa, Kütüphane Müdürü Emir Eş'in dile getirdiği sorunları ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Kuruma önce bir başkan atanacak. Seçimden sonra ise gerekli yönetmeliklerin çıkarılmasının ardından Ankara, İstanbul ve Konya'da üç başkanlık ve bunlara bağlı olarak yaklaşık 15 müdürlük kurulacak. Emir Eş'e göre, başkanlığın kurulması eserlerin seçimi, satın alınması, devri, korunması konusunda hem bütçe hem de standardizasyon getirmesi açısından büyük önem taşıyor. Tek bir çatı altında toplanacak yazma eser kütüphanelerinde mevcut yazma eserlerin tıpkıbasım, tahkik, çeviri vb. yollarla bilim dünyasına sunulacak olması da bu eserlerin gün ışığına çıkmasını sağlayacak.

"Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun"un devreye girmesiyle koruma ve restorasyon gibi alanlarda birçok uzman istihdam edilecek. Yasa eserlerin korunması, kâğıt restorasyonu ile konservasyonu ve cilt konularında da önemli iyileştirmeler getiriyor. Kurulacak yeni laboratuvar, araştırma merkezleri ve servislerle, kütüphanelerdeki eserlerin yıpranması ya da zayi olmasının önüne de geçilecek.

kaynak: zaman gazetesi kültür-sanat servisi

3 Nisan 2011 Pazar

Komşuyu karıştıran Osmanlı belgeseli

Yunanlıların Osmanlı'ya isyanını anlatan belgesel '1821'e tepki yağdı

28 Mart 2011 Pazartesi, 11:31:00
Komşuyu karıştıran Osmanlı belgeseli

Siyasetçiler, tarihçiler ve özellikle kilise, Sky TV’de 8 bölümde yayımlanan ve Yunan ihtilalindeki bir sürü ‘mito’yu çürüten belgesel dizi ‘1821’e ateş püskürdü.

Radikal'in haberine göre Yunanlı, İngiliz, Hollandalı ve Türk (Prof. Fikret Adanır) tarihçilerin yer aldığı ‘1821’de, Yunanlıların 4 asır boyunca Osmanlı egemenliği dönemindeki yaşamı ile ilgili ‘resmi tarih’e taban tabana zıt bir tablo çizildi. Okullarda da okutulan ‘resmi tarih’ Yunanlıların ‘esaret altında büyük baskılara ve Osmanlı’nın barbarlıklarına maruz kalarak yaşadıklarından’ bahsederken, dizide şunlar belirtildi:

Özellikle 15 ve 16. yüzyılda Yunanlılar çok zenginleşti. Dinlerine, okullarına kimse dokunmadı. Yunanlı çocukların mağaralardaki ‘krifo sholio’da (gizli okul) eğitildikleri yalandır.

Fatih Sultan Mehmet, Bizans hayranıydı.

Osmanlı’yı tek ilgilendiren şey vergilerin toplanmasıydı.

Türk ile Yunanlılar birlikte yaşıyor, evlilikler yapıyordu.

Türklerin olumlu hiçbir şey yapmayan barbar bir halk olduğu iddiası gerçek dışıdır.

Yunanlılar geleneklerini değiştirmişlerdi. Yemeklerini iskemlede değil, yerde yiyorlardı. Kadınlar örtülüydü. Batılı giyinenler, Batılı davrananlar hiç sevilmiyordu.
Osmanlı sayesinde, Yunanlı çiftçiler Hıristiyan çiftlik ağalarının sömürüsünden kurtuldu.

İHTİLAL NASIL BAŞLADI?
‘Resmi tarihte’ ihtilalin başlatılması ‘haklı bir davanın ilk kıvılcımı’ olarak gösterilirken, ihtilale katılanlar ‘dağlara çıkan ve özgürlük ateşi ile tutuşan kahramanlar’ diye tanıtılıyor. Belgeselde bu iddialar çürütüldü:

Peloponez’de (Mora Yarımadası) ilk tepkiler Osmanlı’nın vergileri arttırmasıyla başladı. Yunanlılar fakirleşti. Vergi ödememek için ovaları terk ederek Osmanlı devletinin zor ulaşabileceği dağlık bölgelere yerleşti.

Dağlık kesimde yaşam zordu. Çünkü ‘kleftes’ler (Yunanlı çapulcular) insanlara rahat nefes aldırmıyordu.

Korku içindeki Yunanlıların imdadına Osmanlı yetişti. Osmanlılar ve Yunanlılar birlikte ‘kleftes’leri yakalayıp öldürdü.

İlk isyanı kışkırtan, 1770’te Mani şehrine gelen Rus çariçesinin adamları Orlof kardeşlerdi. Yunanlıların büyük bölümü Orloflara kulak asmadı. Bu isyan teşebbüsünde binlerce Yunanlı öldü, 20 bini de esir alınıp köle olarak satıldı.

'AYIPTIR BE!'
Reyting rekoru kıran ‘1821’ , Yunan parlamentosuna konu oldu. Aşırı milliyetçi Laos partisi milletvekilleri, belgeselin yalanlarla dolu olduğunu iddia ederek, Yunan devlet TV’sinin (ERT) derhal yeni belgesel çekmesini istedi.

Selanik metropoliti Anthimos ise “Utandım, ayıptır be” dedi. Dizinin sponsorluğunu ise başkanını hükümetin atadığı National Bank Of Greece’in (NBG) üstlenmesi de tepkilere yol açtı.

Yunan resmi tarihi Osmanlı’nın Yunanistan’da önemli bir kültür mirası bırakmadığı şeklindedir. Dizide bu iddia da çürütülerek, 1832’de kurulan Yunan devletinin Osmanlı’yı hatırlatan hemen her şeyi yok ettiği vurgulandı.

Fener Patrikhanesi’nin Yunan ihtilalindeki rolü hakkında ise dizide “Patrik 5. Grigorios ihtilali lanetledi ve İpsilantis’i aforoz etti. Grigorios aynı zamanda ‘Padişahın iktidarı Tanrı’nın emridir. Buna karşı çıkan dinimize karşı çıkar’ dedi. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Patrikhane adeta ‘Hıristiyanların bakanlığı’ gibi hareket ediyordu. Büyük imtiyazları vardı” denildi.

'YUNANİSTAN'DA TÜRKLEŞTİRME YAŞANMADI'
‘Resmi’ Yunan tarihinde Osmanlı döneminde Yunanlıların ölüm tehdidi ile İslamlaştırıldıkları iddia edilirken, belgesel dizide aksi görüş savunuldu; “İsteyen din değiştiriyordu. Bunun başlıca nedeni de ekonomik idi. Bazı Hıristiyanlar, Müslümanların sahip oldukları ekonomik imtiyazlara sahip olabilmek için din değiştirdi” denildi.

Dizide Yunan ihtilalinin, 1789 Fransız ihtilalinden etkilendiği ve eski Yunan medeniyeti hayranı Batılılarca desteklenerek başlatıldığı anlatıldı.

Peloponez’de (Mora) isyan için bölgedeki Osmanlı askerlerinin Ali Paşa isyanını bastırmak için Yanya’ya gitmelerinden yararlanıldı.,

Papazlar “İnançsız Müslümanları yok edin” vaazı verdi.

Asırlarca iç içe yaşayan Yunanlılar, silahsız Türklere saldırdı. Birkaç günde 20 bin Türk öldürüldü.

Tripoliça’da büyük katliamlar işlendi. Kuşatmada Türkler yiyecekleri bitince, köpekleri ve hatta birbirlerini yemek zorunda kaldı. Kale zapt edilince 2 bin kadın ve çocuk kayalıklardan atıldı.

Peloponez’de nüfusun yüzde 10’u Türk idi. Onca asır burada Türkler birbirleri ile Türkçe değil Yunanca konuşuyordu. Geriye canlı tek bir Türk bile kalmadı.

Tripoliça’ya saldırı, ihtilalin sivil lideri Rus çarının koruması Aleksandros İpsilantis’in kardeşi Dimitris ile askeri lider Theodoros Kolokotronis’in ganimet paylaşımı için anlaşınca gerçekleşti. İhtilalde çıkar her zaman büyük rol oynadı. Asker parayla toplatıldı. 1 aylık askerliğe 1 dönüm toprak veriliyordu.